BEYAZ
MİNİBÜS
Ana
caddeye zayıfça tutunmuş olan Çağlayan Sokak, adının aksine
sizi tüm durgunluğuyla karşılar. Onu saran evler bir ara burayı
terketmeye yeltenmiş de son anda vazgecip oldukları yerde donup
kalıvermiş gibidirler. Dans ediyormuşçasına duran kiremit
çatılar bu sırrı aşikar eder.
İleriye
dikkatlice baktığınızda dükkânının önündeki ahşap
taburesine kurulmuş yaşlıca birisinin varlığını farkedersiniz.
Zamanın akıp gitmediğini hissettiren böyle bir yerde birisinin
yaşlanması size garip gelebilir tabii. Hayrettin
Amca da bu soruyu kendine
yönelttiği olur, “ah” der, “yıllar su gibi akıp gidivermiş”
önünde hareketsizce uzanıp giden sokağa bakarak. Daha yakınına
geldiğinizde, burnunun ucunda her an düşecekmiş gibi duran
gözlüğüyle elindeki gazeteye gömülmüş bu ihtiyarın hiç
hareket etmediği zannına kapılabilirsiniz. Bir nebze haklı da
olabilirsiniz. Tek tük uğrayan müşterilerinin dışında ahşap
taburesiyle arasına mesafelerin girmesine gönlü pek razı değilmiş
gibi oturur.
Hayrettin
Amca'yı nadiren elindeki gazeteyi bıraktırıp yerinden kaldıran
şeylerden birisi de dükkânının önündeki rengarenk
çiçekleridir. Hele hava böylesine sıcaksa. Elinde bir tas su,
kimselerin duymayacağı bir ses tonuyla hem onlarla sohbet eder hem
de susuzluklarını giderir. Nedense bu çiçekleri bir ayrı sever.
Duyduğu bu yakınlık kendi yaşamını biraz da onlarinkine
benzettiği içindir de. Söylediklerini sabırla dinleyen sessiz
dostları da tüm ömürlerini hiç terketmedikleri küçücük bir
toprak parçasında geçirmektedirler. Onun can yoldaşlarıyla
sohbet ederken gören komşuları, artık iyice yaşlandığını,
hatta bunadığını bile söylerler. Oysa onlar, kalbindeki
sevdalarının onu halen diri tutmakta olduğunu bilmemektedirler.
Mesela;
küçüklüğünden bu yana hayalleriyle hatıralarının birbirini
kovaladığı bu sokağı çok sevmektedir. Tüm gün hiç hareket
etmeden oturuyor gibi görünse de o geçmiş yıllara dair sesler
kulağında yankılanır, içi kıpır kıpır olur. Kimi
sevdiklerini alıp götüren, kimi sevdiklerini de geri getiren bu
sokaktan tek tük geçenlerle selamlaşır.
Vakti olanlarla biraz konuşur, gazetesinden okudugu bazı
haberlerden bahseder, böylece bir işe yaradığını düşünürek
sevinir. Tekir
gelir, yaşlı bacaklarının arasında dolaşdıktan sonra boş olan
diğer tabureye uzanır, kendisini sevgiyle izleyen bir çift bakışın
altında mışıl mışıl uykuya dalar. Hayrettin Amca misafirinin
başını okşadıkca
yüreği sevgiyle dolar. Tüm bu yaşam kırıntıları damarlarında
adeta akıp giden bir gençlik iksirine dönüşüverir.
Bu
yaşlı adamı izlemeye devam ederseniz (şayet yapacak pek bir
şeyiniz yoksa), günün sonuna doğru elindeki gazeteden ziyade
gözlerini sokağın başına çevirdiğine şahit olursunuz.
Dikkatli bir gözlemci, ara sıra saatine de kaçamak bir bakış
attığını farkedecektir. Tekir ahşap tabureyi artık ihmal
etmemesi gerektiğini biliyormuşçasına, sokağın solgun
duvarlarının gölgesinde çoktan kaybolmuştur bile.
Ve
işte o an. Sokağın başında beliren küçücük bir karaltı,
yaşlı adamın yüzüne kazınmış çizgileri birden bire
hareketlendirir ve adeta yer değiştirmelerine neden olur. Tüm
bunların nedeni, sırtında çantası, üzerinde mavi önlüğü ile
okul çıkışı evin yolunu tutmuş olan Ahmettir. Onu görür
görmez Hayrettin Amca yaşına tezat bir çeviklikle aniden
kaybolur, bir elinde meyveli gazoz diğer elinde birkaç gofret ile
tekrar görünür ve bu halde sevimli yumurcağı karşılar. Her
zamanki gibi bu bekleyişi de hatıralarla hayallerin harman olacağı
bir sohbetlle taçlandırılacaktır.
İşte
yine böyle bir günün sonunda Ahmet, hayal dolu çantasını yere
bıraktı ve Hayrettin Amcası'nın ikram ettiklerini afiyetle yedi,
kana kana gazozundan içti. Yaşlı adam her zamanki gibi ufaklığa
okulda neler yaptıklarını sordu, o da heyecanla anlatmaya başladı.
Bir yandan da resim dersindeki son çalışmasını göstermek için
hızlıca çantasını açtı, içinden kocaman defterini çıkardı.
Hatıra
yüklü Hayrettin Amca onun bu telaşına tebessüm ederken her
defasında olduğu gibi kendi çocukluk yıllarını yine adımladı.
Ahmet defterinin sayfalarını karıştırırken, dondurulmuş bir an
hareketlendi, süzülerek ikisinin arasına, yere düştü. Yaşlı
adam saçlarına gömülmüş okuma gözlüğünü tekrar incecik
burnun ucuna yerleştirdi ve az önce yerden kaldırdığı fotoğrafı
dikkatlice incelemeye başladı. Beyaz bir minibüse sırtını
dayamış genç bir adamdı kendisine gülümseyen. Yüzünde bir
canlılık, hemen önünde de iki eliyle sıkıca yöneltecini
tuttuğu kırmızı bir bisiklet.
-Babam
bana bisiklet almış, derslerim cok iyi diye.
Küçük
Ahmet'in heyecanı sesine karışmış, adeta evlerin sessiz
duvarlarında yankılanıyordu.
-Gerçekten
çok güzel bir bisikletmis, diye karşılık verdi yaşlı adam,
ufaklığın sevincine sevinç katmak istercesine.
-Bu
da babamın yeni minibüsü.
Küçük
işaret parmağını bir iz bırakmaktan çekinircesine uzatıp hemen
geri çekti. Heyecanla kelimeler birbiri ardınca gelmeye devam etti.
-İçini
hediyelerle dolduracakmış, yaz tatili başlamadan gelecekmiş,
annemle beni gezdirecekmis...
Hayrettin
Amca'nın yorgun kalbi çoktan, küçük arkadaşının sevincine
tezat garip bir hüzünle dolmaya başlamıştı. Gözlerinin önünde,
aklına pek getirmemeye çalıştığı o sahne belirginleşmeye
başladı. Ayrılık olasılığı ete kemiğe bürünmüş, beyaz
bir minibüs olmuş, önünde uzanıp giden sokaktan ağır ağır,
herşeyi yutup yok eden bir boşluk bırakarak ve belki de bir daha
geri dönmemek üzere geçip gitmektedir.
-Almanya
çok mu uzak bakkal amca?
-Uzak
ya Ahmet, diye karşılık verdi yaşlı adam, bir gün bomboş
kalacağına inandığı ellerini uzattı ve ufaklığın başını
sevgiyle okşadı.
-Okulum
bitince, babam annemle beni de...
-Ahmet,
oğlum, haydi yemek yiyeceğiz.
Seslenen
annesiydi.
-Geliyorum
anne.
Genç
kadın bahçe kapısını aralıklı bıraktı ve tekrar içeriye
girdi.
Ahmet'in
yarım kalan cümlesi yaşlı adamın yüreğinde tam oldu,
ağırlaştı. Birşey sezdirmemek istercesine kendini tebessüm
etmeye zorlayarak:
-Aman
annene birşey çaktırma, yoksa yemekten önce abur cubur yedin diye
hem sana hem de bana kızar, dedi.
-Sen
merak etme bakkal amca, ben hiç birşey belli etmem, diye karşılık
verdi sevinçten gözleri parlayarak.
Hayrettin
Amca her zamanki babacan tavrıyla ufaklığın hayallerinin
bulunduğu çantayı yerden alıp uzattı. Ahmet o çocuklara has
telaşla evlerine doğru yöneldi. Yaşlı adam, küçük adımlarıyla
çoktan uzak diyarların yolunu tutmuş olan Ahmet'i, evlerinin
kapısında kayboluncaya kadar izledi. Ne zamandır fırsat kollayan
Tekir birdenbire zıpladı ve boşalmış olan ahşap tabureye tekrar
uzandı. Yaşlı adama “üzülme ama, bak ben varım” der gibi
miyavladı.
Hayrettin
Amca´nın pek iştahı kalmamıştı. Akşam yemeğini kahvaltı
şeklinde savuşturmaya karar verdi. Rahmetli karısının “yemene
içmene dikkat etmiyorsun” dediğini duyar gibi oldu. Hem tüm gün
sıcaktan kavrulmuş çiçeklere su vermek hem de mahallenin kedisi
Tekir'i sevindirmek üzere dükkânının kapısına doğru yöneldi.
…
Ahmet,
yoğun bir günün ardından, sıcaktan iyice uzamış yollardan
geçti ve yorgun adımlarla Çağlayan Sokak'a ulaştı. Ana caddeden
ayrılır ayrılmaz, buralarda görmeye pek alışkın olmadığı,
ilerideki kalabalığı farketti. Beklenmedik bu durum karşısında
biraz affalladı. Gördüklerine bir anlam verebilmek için bulunduğu
yerde bir süre öylece dikeldi. İnsanların arasındaki
boşluklardan bir aracın beyazlığı gözüne ilişti ve küçük
kalbi heyecanla hızlı hızlı atmaya başladı. Yol boyunca
ağırlaşmış olan çantası birden bire hafifleyivermişti.
Ne
zamandır göremediği babasının hayali ile rüyalarını süsleyen
kırmızı bisikletin o baş dondurucu görüntüsü birbirine
karıştı. Ahmet olanca gücüyle koşturdu. Kalabalığa
ulaştığında insanların arasından güç bela ilerlemeye başladı.
Sanki tüm mahalle sakinleri, ufaklığın tatlı telaşından
habersiz, oldukları yerde donup kalmış gibiydiler. Yüreği
heyecan dolu Ahmet'in tek arzusu bir an önce o beyaz araca
ulaşmaktı. Az sonra herkes birden bire çekip gitmiş gibi kendini
minibüsün karşısında buluverdi. Fakat bu karşılaşmada bir
gariplik vardı. Bu araç babasının fotoğrafındakine hiç mi hiç
benzemiyordu. O esnada küçük bedenini kendine doğru çeken,
şefkatli bir elin sıcaklığını omzunda hissetti. Yüzünü
kaldırınca annesinin ağlamaklı gözleriyle karşılaştı. Olup
bitenleri anlamaya çalışan Ahmet'in dikkatini az sonra mahalle
bakkalından çıkan bir yabancı çekti. Sırtı dönük olan adam
bir başkası ile birlikte üzeri örtülmüş sedyeyi kalabalığın
arasından taşıdı ve ambulansa bindirdi. Annesinin “bakkal amca
uzaklara çok uzaklara gitti” sözü göğsünde tarifi zor bir
acıya, gözlerinde olup bitenleri bulanıklaştıran damlalara
dönüştü. Ahmet “bakkal amca” diye haykırabildi sadece,
ardından da kendinden çok büyük bir boşlukta kayboldu. Beyaz
minibüsün sirenleri çalışsın istedi, alabildiğine gürültü
yapsın, hiç durmasın, tüm hıçkırıkları bastırsın, gözleri
kızarmış amcaların, teyzlerin vah vahlarını sustursun. Ama
nafile. Çağlayan Sokak'da duygular sel olmuş, akıyordu. Dükkan
tezgahına düşen solgun ışığın altında, bir şişe meyveli
gazoz ile birkaç gofret, gölgeleri kaybolmaya yüz tutmuş bir
halde öylece bekleşmekteydi.
Mesut
Balık
(Edebiyat Haber'de yayınlanmıştır)
1 yorum:
tebrik ederim ilhamınız daim olsun
Yorum Gönder