Böyle
bir bakışa kim hayır diyebilir ki? İstesek de “hiç kimse”
diyemiyorsak dile düşen bir ağırlık,sözcükleri seçip
sıralamak ne zordur o vakit. Karşımızdakinin yalvarmalarına
karışıp yok olurlar.
-N’olursun.
Söz. Fazla oyalanmam, çabucak dönerim.
-Ah
be koçum, benim elimde olsa seni bir dakika bile bekletir miyim hiç?
Levent
kollarını göğsünde kenetledi, yüzünü çimlere doğru eğdi. Avni,
bir köşede biriktirdiği çocuk dergilerinden birisini yanına alıp
kulübesinden dışarıya çıktı.
-Bak
sana ne getirdim.
-İstemem.
-Buzdolabında
ne var biliyor musun?
-Ne
var?
-Meyveli
gazoz.
-Onu
da istemem.
Çaresizlik.
Sevdiği birisinin isteğini yerine getirmeyi arzulamak fakat
yapamamak. Mücadele. Kabul etmek zorunda olmak ve kabul ettirmeye
çalışmak.
Avni’nin sandalyeye oturma teklifini de redetti. Direnmenin ağırlığıyla dizleri büküldü, kendini yere bıraktı. Gözlerindeki ifadeninin sabitliği. Kafasına koymuştu bir kere, ne yapıp edip içeriye girecekti. Vazgeçmek mi? Günün sonuna daha çok vardı.
Avni’nin sandalyeye oturma teklifini de redetti. Direnmenin ağırlığıyla dizleri büküldü, kendini yere bıraktı. Gözlerindeki ifadeninin sabitliği. Kafasına koymuştu bir kere, ne yapıp edip içeriye girecekti. Vazgeçmek mi? Günün sonuna daha çok vardı.
İçerisi
görünmeyen siyah bir jip yanaştı. Yavaşça inen camın
gerisinden kocaman güneş gözlüklü bir adam belirdi.
-Hoşgeldiniz
efendim.
-Hoşbulduk.
Bu ufaklık da kim?
Levent
kaşlarını iyice çattı:
-Ben
ufaklık değilim, diye çıkıştı.
-Bak
sen hele yaramaza.
-Kusuruna
bakmayın beyim.
Direksiyonun
ardındaki adam kapanan camla birlikte kayboldu. Avni, kulübesine
girip masasının önündeki düğmeye bastı. Küçüğün yürümeyi
hayal ettiği yol açılan bariyerin ardından kendisine, “haydi
gelsene” diye seslendi. Bisikletine atlayıp çizgi film
kahramanlarının hızıyla karşıya geçmek istedi. Fakat kapanan
açıklıktan geriye renksiz bir gerçek kaldı.
-Bu
amcanın güzel bir spor arabası da var.
Levent
“bana ne” der gibi omuzlarını indirip kaldırdı.
Siyah
jipin altına saklandığı, bir devi andıran kuleye başını
çevirdi. Çatısına takılıp kalmış tek başına bir bulutcuğu
farketti.
“Bana doğru gelse” diye düşündü, “İçine saklansam”. Sınırı geçip Zeliha Teyze’nin anlattığı yere varınca yavaş yavaş alçalsak. Sonra bir salıncağın iplerine tutunsam, bulutçuk da bir balon gibi tekrar gökyüzüne yükselse.” Avni, kulübenin duvarına dayalı bisikletin tutacaklarını kavramış bir halde:
“Bana doğru gelse” diye düşündü, “İçine saklansam”. Sınırı geçip Zeliha Teyze’nin anlattığı yere varınca yavaş yavaş alçalsak. Sonra bir salıncağın iplerine tutunsam, bulutçuk da bir balon gibi tekrar gökyüzüne yükselse.” Avni, kulübenin duvarına dayalı bisikletin tutacaklarını kavramış bir halde:
-Bisikletin
gerçekten çok güzel. Bir ara bakımını beraber yapalım mı,
diye sordu.
-Gerek
yok. Babam yapar benim.
“Babam” sözcüğü kulağa ne de hoş geliyordu.
“Babam” sözcüğü kulağa ne de hoş geliyordu.
-Annenin
haberi var değil mi geldiğinden?
Levent
tekrar başını öne eğdi, birşey demedi. Bisikletle biraz
dolaşacağım diye çıkmıştı. Annesi çok uzaklaşma demişti.
Burası, yaşadıkları yere uzak mı sayılırdı acaba?
-Kolay
gelsin.
-Sağol
canım. Nasıl gidiyor?
-İyi
ama daireler pek büyük. Sil, süpür sonu gelmiyor.
Bekçinin
karısı küçüğün yanaklarını sevgiyle sıktı, başını
okşadı:
-Demek
dünyalar tatlısı bir misafirimiz var.
Levent
başını öne eğdi.
-Neyin
var yakışıklı?
-Birşeyim
yok.
-Var,
var.
Kadın
tatlı tatlı gülümsedi, hamarat elleriyle küçüğü güldürmeyi
başardı.
-Yapma
ya Zeliha Teyze.
-Anlatacak
mısın yoksa devam mı edeyim?
-Tamam,
tamam anlatacağım.
Levent,
kelimeleri heyecanla bir oyuncak trenin vagonlari gibi birbirine
eklemeye başladı. Zeliha, anlatmasaydım bilmeyecekti, diye
geçirdi içinden. Zaman zaman kocasıyla göz göze gelip,
çaresizliğin hüznünü paylaştılar. Mümkün olsa
mahallelerindeki bütün küçükleri toplayıp çocuk bahçesine
doldurmak isterdi. Fakat karı koca ne yapabilirlerdi ki? Sınırlar
çoktan çizilmiş, kurallar konmuştu bir kere.
-Bir
tanem. Ben şimdi güzel bir sofra hazırlayacağım. Yemeğimizi
yedikten sonra da Avni Amcan bize çikolotalı dondurma alır gelir,
afiyetle yeriz. Ne dersin?
Zeliha
Teyzesi’ne ne istediğini tam anlatamamış mıydı yoksa? Birden
kadının ellerinin arasından kurtulup bisikletine doğru seğirtti.
-Gitmem
gerek. Geç kalırsam annem kızar sonra.
“Annem” sözcüğü kulağa ne de hoş geliyordu.
“Annem” sözcüğü kulağa ne de hoş geliyordu.
Zeliha,
bisikletiyle yola tutunmaya çalışan küçüğün ardından
“Dikkatli ol! Yine bekleriz“ diye seslendi. Ardından iki kişilik
bir sofra hazırlamak üzere içeriye girdi. Kocası, ufaklık gözden
kayboluncaya kadar yerinden ayrılmadı. Hayallerinin üzerinde
uzanan masmavi gökyüzüne tutunmuş tek başına bir bulutçuk.
Elleriyle ona sımsıkı tutundu. Birer sütun gibi yükselen
kulelerin arasında yol almanın zorluğu. Gölgeleri biricik
mahallelerinin üzerine düşmüş. Kiremitleri kırık çatıları
geçerek toprağı az bahçelerine ulaştı. Açmaları hasretle
beklenmiş çiçeklerin arasından Levent çıkıverdi. Ardından da
diğer çocuklar. Halka olup yere oturdular. Zeliha “yağ satarım,
bal satarım, ustam öldü ben satarım” şarkısını söyleyerek
halkanın etrafını adımlamaya başladı. Küçüklerin arasında
oturan kocasının sevincinde yansıyan tebessümü.
-Yemek
hazır, diye seslendi Zeliha.
Avni,
karısının uzattığı mendille alnındaki ter damlacıklarını
sildi. Kulübenin gölgesine sığınmış küçük masaya doğru
yürüdü ve bir bardağın şeklini almış olan bulutçuktan kana
kana içti.
Mesut
Balık