13 Mayıs 2012 Pazar

BEYAZ MiNiBÜS

BEYAZ MİNİBÜS

Ana caddeye zayıfça tutunmuş olan Çağlayan Sokak, adının aksine sizi tüm durgunluğuyla karşılar. Onu saran evler bir ara burayı terketmeye yeltenmiş de son anda vazgecip oldukları yerde donup kalıvermiş gibidirler. Dans ediyormuşçasına duran kiremit çatılar bu sırrı aşikar eder.

İleriye dikkatlice baktığınızda dükkânının önündeki ahşap taburesine kurulmuş yaşlıca birisinin varlığını farkedersiniz. Zamanın akıp gitmediğini hissettiren böyle bir yerde birisinin yaşlanması size garip gelebilir tabii. Hayrettin Amca da bu soruyu kendine yönelttiği olur, “ah” der, “yıllar su gibi akıp gidivermiş” önünde hareketsizce uzanıp giden sokağa bakarak. Daha yakınına geldiğinizde, burnunun ucunda her an düşecekmiş gibi duran gözlüğüyle elindeki gazeteye gömülmüş bu ihtiyarın hiç hareket etmediği zannına kapılabilirsiniz. Bir nebze haklı da olabilirsiniz. Tek tük uğrayan müşterilerinin dışında ahşap taburesiyle arasına mesafelerin girmesine gönlü pek razı değilmiş gibi oturur.

Hayrettin Amca'yı nadiren elindeki gazeteyi bıraktırıp yerinden kaldıran şeylerden birisi de dükkânının önündeki rengarenk çiçekleridir. Hele hava böylesine sıcaksa. Elinde bir tas su, kimselerin duymayacağı bir ses tonuyla hem onlarla sohbet eder hem de susuzluklarını giderir. Nedense bu çiçekleri bir ayrı sever. Duyduğu bu yakınlık kendi yaşamını biraz da onlarinkine benzettiği içindir de. Söylediklerini sabırla dinleyen sessiz dostları da tüm ömürlerini hiç terketmedikleri küçücük bir toprak parçasında geçirmektedirler. Onun can yoldaşlarıyla sohbet ederken gören komşuları, artık iyice yaşlandığını, hatta bunadığını bile söylerler. Oysa onlar, kalbindeki sevdalarının onu halen diri tutmakta olduğunu bilmemektedirler.

Mesela; küçüklüğünden bu yana hayalleriyle hatıralarının birbirini kovaladığı bu sokağı çok sevmektedir. Tüm gün hiç hareket etmeden oturuyor gibi görünse de o geçmiş yıllara dair sesler kulağında yankılanır, içi kıpır kıpır olur. Kimi sevdiklerini alıp götüren, kimi sevdiklerini de geri getiren bu sokaktan tek tük geçenlerle selamlaşır. Vakti olanlarla biraz konuşur, gazetesinden okudugu bazı haberlerden bahseder, böylece bir işe yaradığını düşünürek sevinir. Tekir gelir, yaşlı bacaklarının arasında dolaşdıktan sonra boş olan diğer tabureye uzanır, kendisini sevgiyle izleyen bir çift bakışın altında mışıl mışıl uykuya dalar. Hayrettin Amca misafirinin başını okşadıkca yüreği sevgiyle dolar. Tüm bu yaşam kırıntıları damarlarında adeta akıp giden bir gençlik iksirine dönüşüverir.

Bu yaşlı adamı izlemeye devam ederseniz (şayet yapacak pek bir şeyiniz yoksa), günün sonuna doğru elindeki gazeteden ziyade gözlerini sokağın başına çevirdiğine şahit olursunuz. Dikkatli bir gözlemci, ara sıra saatine de kaçamak bir bakış attığını farkedecektir. Tekir ahşap tabureyi artık ihmal etmemesi gerektiğini biliyormuşçasına, sokağın solgun duvarlarının gölgesinde çoktan kaybolmuştur bile.

Ve işte o an. Sokağın başında beliren küçücük bir karaltı, yaşlı adamın yüzüne kazınmış çizgileri birden bire hareketlendirir ve adeta yer değiştirmelerine neden olur. Tüm bunların nedeni, sırtında çantası, üzerinde mavi önlüğü ile okul çıkışı evin yolunu tutmuş olan Ahmettir. Onu görür görmez Hayrettin Amca yaşına tezat bir çeviklikle aniden kaybolur, bir elinde meyveli gazoz diğer elinde birkaç gofret ile tekrar görünür ve bu halde sevimli yumurcağı karşılar. Her zamanki gibi bu bekleyişi de hatıralarla hayallerin harman olacağı bir sohbetlle taçlandırılacaktır.

İşte yine böyle bir günün sonunda Ahmet, hayal dolu çantasını yere bıraktı ve Hayrettin Amcası'nın ikram ettiklerini afiyetle yedi, kana kana gazozundan içti. Yaşlı adam her zamanki gibi ufaklığa okulda neler yaptıklarını sordu, o da heyecanla anlatmaya başladı. Bir yandan da resim dersindeki son çalışmasını göstermek için hızlıca çantasını açtı, içinden kocaman defterini çıkardı.

Hatıra yüklü Hayrettin Amca onun bu telaşına tebessüm ederken her defasında olduğu gibi kendi çocukluk yıllarını yine adımladı. Ahmet defterinin sayfalarını karıştırırken, dondurulmuş bir an hareketlendi, süzülerek ikisinin arasına, yere düştü. Yaşlı adam saçlarına gömülmüş okuma gözlüğünü tekrar incecik burnun ucuna yerleştirdi ve az önce yerden kaldırdığı fotoğrafı dikkatlice incelemeye başladı. Beyaz bir minibüse sırtını dayamış genç bir adamdı kendisine gülümseyen. Yüzünde bir canlılık, hemen önünde de iki eliyle sıkıca yöneltecini tuttuğu kırmızı bir bisiklet.

-Babam bana bisiklet almış, derslerim cok iyi diye.

Küçük Ahmet'in heyecanı sesine karışmış, adeta evlerin sessiz duvarlarında yankılanıyordu.

-Gerçekten çok güzel bir bisikletmis, diye karşılık verdi yaşlı adam, ufaklığın sevincine sevinç katmak istercesine.
-Bu da babamın yeni minibüsü.

Küçük işaret parmağını bir iz bırakmaktan çekinircesine uzatıp hemen geri çekti. Heyecanla kelimeler birbiri ardınca gelmeye devam etti.

-İçini hediyelerle dolduracakmış, yaz tatili başlamadan gelecekmiş, annemle beni gezdirecekmis...

Hayrettin Amca'nın yorgun kalbi çoktan, küçük arkadaşının sevincine tezat garip bir hüzünle dolmaya başlamıştı. Gözlerinin önünde, aklına pek getirmemeye çalıştığı o sahne belirginleşmeye başladı. Ayrılık olasılığı ete kemiğe bürünmüş, beyaz bir minibüs olmuş, önünde uzanıp giden sokaktan ağır ağır, herşeyi yutup yok eden bir boşluk bırakarak ve belki de bir daha geri dönmemek üzere geçip gitmektedir.

-Almanya çok mu uzak bakkal amca?

-Uzak ya Ahmet, diye karşılık verdi yaşlı adam, bir gün bomboş kalacağına inandığı ellerini uzattı ve ufaklığın başını sevgiyle okşadı.

-Okulum bitince, babam annemle beni de...

-Ahmet, oğlum, haydi yemek yiyeceğiz.

Seslenen annesiydi.

-Geliyorum anne.

Genç kadın bahçe kapısını aralıklı bıraktı ve tekrar içeriye girdi.

Ahmet'in yarım kalan cümlesi yaşlı adamın yüreğinde tam oldu, ağırlaştı. Birşey sezdirmemek istercesine kendini tebessüm etmeye zorlayarak:

-Aman annene birşey çaktırma, yoksa yemekten önce abur cubur yedin diye hem sana hem de bana kızar, dedi.

-Sen merak etme bakkal amca, ben hiç birşey belli etmem, diye karşılık verdi sevinçten gözleri parlayarak.

Hayrettin Amca her zamanki babacan tavrıyla ufaklığın hayallerinin bulunduğu çantayı yerden alıp uzattı. Ahmet o çocuklara has telaşla evlerine doğru yöneldi. Yaşlı adam, küçük adımlarıyla çoktan uzak diyarların yolunu tutmuş olan Ahmet'i, evlerinin kapısında kayboluncaya kadar izledi. Ne zamandır fırsat kollayan Tekir birdenbire zıpladı ve boşalmış olan ahşap tabureye tekrar uzandı. Yaşlı adama “üzülme ama, bak ben varım” der gibi miyavladı.

Hayrettin Amca´nın pek iştahı kalmamıştı. Akşam yemeğini kahvaltı şeklinde savuşturmaya karar verdi. Rahmetli karısının “yemene içmene dikkat etmiyorsun” dediğini duyar gibi oldu. Hem tüm gün sıcaktan kavrulmuş çiçeklere su vermek hem de mahallenin kedisi Tekir'i sevindirmek üzere dükkânının kapısına doğru yöneldi.


Ahmet, yoğun bir günün ardından, sıcaktan iyice uzamış yollardan geçti ve yorgun adımlarla Çağlayan Sokak'a ulaştı. Ana caddeden ayrılır ayrılmaz, buralarda görmeye pek alışkın olmadığı, ilerideki kalabalığı farketti. Beklenmedik bu durum karşısında biraz affalladı. Gördüklerine bir anlam verebilmek için bulunduğu yerde bir süre öylece dikeldi. İnsanların arasındaki boşluklardan bir aracın beyazlığı gözüne ilişti ve küçük kalbi heyecanla hızlı hızlı atmaya başladı. Yol boyunca ağırlaşmış olan çantası birden bire hafifleyivermişti.

Ne zamandır göremediği babasının hayali ile rüyalarını süsleyen kırmızı bisikletin o baş dondurucu görüntüsü birbirine karıştı. Ahmet olanca gücüyle koşturdu. Kalabalığa ulaştığında insanların arasından güç bela ilerlemeye başladı. Sanki tüm mahalle sakinleri, ufaklığın tatlı telaşından habersiz, oldukları yerde donup kalmış gibiydiler. Yüreği heyecan dolu Ahmet'in tek arzusu bir an önce o beyaz araca ulaşmaktı. Az sonra herkes birden bire çekip gitmiş gibi kendini minibüsün karşısında buluverdi. Fakat bu karşılaşmada bir gariplik vardı. Bu araç babasının fotoğrafındakine hiç mi hiç benzemiyordu. O esnada küçük bedenini kendine doğru çeken, şefkatli bir elin sıcaklığını omzunda hissetti. Yüzünü kaldırınca annesinin ağlamaklı gözleriyle karşılaştı. Olup bitenleri anlamaya çalışan Ahmet'in dikkatini az sonra mahalle bakkalından çıkan bir yabancı çekti. Sırtı dönük olan adam bir başkası ile birlikte üzeri örtülmüş sedyeyi kalabalığın arasından taşıdı ve ambulansa bindirdi. Annesinin “bakkal amca uzaklara çok uzaklara gitti” sözü göğsünde tarifi zor bir acıya, gözlerinde olup bitenleri bulanıklaştıran damlalara dönüştü. Ahmet “bakkal amca” diye haykırabildi sadece, ardından da kendinden çok büyük bir boşlukta kayboldu. Beyaz minibüsün sirenleri çalışsın istedi, alabildiğine gürültü yapsın, hiç durmasın, tüm hıçkırıkları bastırsın, gözleri kızarmış amcaların, teyzlerin vah vahlarını sustursun. Ama nafile. Çağlayan Sokak'da duygular sel olmuş, akıyordu. Dükkan tezgahına düşen solgun ışığın altında, bir şişe meyveli gazoz ile birkaç gofret, gölgeleri kaybolmaya yüz tutmuş bir halde öylece bekleşmekteydi.

Mesut Balık


 (Edebiyat Haber'de yayınlanmıştır)

12 Mayıs 2012 Cumartesi

KADİFE HAYALLER


       Tıkır tıkır çalışan makinanın gürültüsüne Haşim Usta'nın gür sesi karıştı:

-Oğlum iki çay söyle de neşemiz yerine gelsin.

Murat'ın gözlerinin içi güldü.

-Tamam ustam, dedi, hızlıca sandalyesinden kalktı ve adeta koşarcasına dışarıya attı kendini. Karşı kaldırıma geçerken hemen ilerisindeki ahşap evin bahçesine bir göz attı. Fakat aradığını bulamamış olmanın hayalkırıklığı ile kahveye doğru yöneldi.

Ustasının çay istemesi iyiye işaretti. Demek ki öfkesi geçmişti. Çok titiz birisiydi Haşim Usta. Kolay mı? Yıllarını vermiş, çalışmış çabalamış en sonunda bu dükkânı açmış. İşe erken başlanılacak, müşterinin istekleri kusursuzca yerine getirilecek, derli toplu olunacak...Delikanlı elinden geldiğince dikkat etmeye çalışsa da yine de bir yerlerde hata yapıyordu işte, bu sabah olduğu gibi. Oysa ne sevinçle başlamıştı güne.

-Terziler Sarayı'na birer çay, birisi açık olacak Şevket Abi.

-Tamam paşam emriniz olur, hemen gönderiyorum.

Yaşlı emektar, kahve ocağının başında çırağının elindeki tepsiye çayları yerleştirmekle meşguldü.

Murat fazla oyalanmadan tekrar taş kaldırımlara bıraktı kendini. Az sonra rengarenk çiçekleri çevreleyen o alçak duvarla karşılaştı. İçinde barındırdığı onca güzelliğe rağmen yine de bir eksiği vardı bu bahçenin. Delikanlı dört bir yanından kuşatan hayalkırıklığının arasından dükkâna girdi ve doğruca dikiş makinasının başına geçti. Her zamanki gibi azimle işine koyuldu.

Şimdi bu sandalyede oturuyor olmak onun için birden fazla mutluluk nedeni idi. Öncelikle ustasının gözü gibi baktığı, yıllardır üstüne titrediği makinanın başına geçme izni sonunda çıkmıştı. Bir nevi terfi etmiş sayılırdı. Evde dedesine bunu anlatınca o da sevinmiş, duygulanmış, gözleri dolmuştu. Murat'ı mutlu eden diğer bir değişiklik ise artık dışarıyı daha rahat görüyor olması idi. Kaç zaman, sırtı dükkânın o kocaman vitrinine dönük çalışmıştı. Dışarıdaki hayattan, duvarın tavanla buluştuğu yerdeki ince uzun pencereden haberdar olabiliyordu. Bazen o küçücük açıklıktan güneşin gölge oyunlarının, yağmur damlalarının, kar tanelerinin, sararıp yere düşen yaprakların seyrine dalardı. Kimi zaman da yemek sonrasında balkonlardan dökülen ekmek kırıntılarına dadanan kuşları izler, özgürlüklerine imrenir, onlarla uzaklara kanat çırpardı. Neyse ki ustası onun bu halini farketmez her zaman yaptığı gibi ya müşterileriyle ya da gazetedeki haberlerle meşgul olurdu. Murat terfi edeliden beri ustasının da zaman zaman masasının başında sessizlestigine, gözlerinin şu küçücük dükkânın çok uzaklarındaki diyarlara çevirdiğine şahit olmuştu. Kim bilir o nelerin ve nerelerin hayaliyle oyalanıyordu.

Murat'ın da kendine göre hayalleri vardı tabii. Kumaşları birbirine eklerken kendi emellerini de birbirine bitiştirir fakat yine de birşeyler eksik kalırdı hep. O elle tutulmaz, kimselerin karışamadığı diyarlarda dolaşmak ona ayrı bir mutluluk verirdi. Bazen saatlerin su gibi akıp geçtiğinin farkında bile olmazdı. Uzun süre çalışmaktan boynuna ağrı girince başını kaldırır, eliyle hafifçe okşar, kafasını sağa sola çevirir ve o anda dükkânın en güzide parçası ile karşı karşıya gelirdi. Ustası “bu gördüğün kadife çok kalitelidir, ona da ancak özel bir müşteri sahip çıkar” demişti, çalışmaya başladığı ilk günlerde. Murat için onun kalitesinden ziyade rengi çok etkileyiciydi; derin bir gecenin lacivertliği. Onunla karşılaşınca sanki her yer birdenbire kararıyor ve genç delikanlı kendini uçsuz bucaksız gökyüzünün altında tek başına buluveriyordu. Kimi zaman da vitrinin adeta bir tablo gibi çerçevelediği karşı evin bahçesindeki çiçeklerin başını okşayan Mehtap'ı farkediyordu. İşte o zaman boynundaki ağrıyı hissetmez oluyordu.

Onunla ilk kez nasıl karşılaşmıştı peki? Bir gün bir müşterinin siparişlerini vermek için dükkândan çıktığında, yıllardır hayallerinina arasına gizlenmiş o güzellik bahçe duvarının gerisinde birden bire görünüvermişti. Hiç konuşmamışlardı, sadece birkaç saniye süren göz göze gelme anından başka bir birliktelikleri de olmamıştı. Murat için bu kısacık an koskoca bir ömrü kaplayacak yeni hayaller kurmasına yetmişti bile. Öyle güzel bir yüzü vardı ki. İçi içine sığmayan delikanlı onun isminin ancak Mehtap olabileceğini düşündü. O günden sonra onu da hayallerine dahil etmişti.

Neler neler hayal etmezdi ki? O lacivert gecesi kadifeden kendisine güzel mi güzel bir ceket dikecek. Maaşından biriktirdiği para ile süt beyazı bir gömlek alacak. Bayramlarda taktığı lacivert çizgili mavi kravatını takıp dışarıya çıkacak. Herkes onun şıklığından gözünü alamayacak, gören bir daha geri dönüp dönüp bakacak. İşte böyle bir zamanda Mehtap bahçedeki o mis kokulu çiçeklerin arasından kendisine doğru uzanacak ve...

-Oğlum müşterinin siparişleri hazır mı ?

Murat, hayaller denizin derinliklerinden telaşla gerçekliğin yüzeyine çıktı ve ustasının suretiyle karşılaştı.
...

-Buyrun efendim, buyrun.

Murat makinanın pedalını bırakıp başını kaldırdığında dükkânı inceden inceleyen şık giyimli, ne istediğimi bilirim, istediğimi de alırım edasıyla etrafı inceleyen genç bir adam ile ustasının sarılıp samimiyet gösterdiği ufak boylu, göbeği ceketinin düğmelerine sıkıntı yaşatan, saçları ağarmış bir beyefendi gözüne ilişti. Haşim Usta onları masasının karşısındaki sandalyelere buyur etti, kendisine de “müşterilerimiz ne içmek isterler bir sor bakalım” anlamına gelen bakışlarını yöneltti. Murat her zamanki gibi aceleyle sandalyesini terketti, konuklara doğru yöneldi, siparişleri alıp dışarıya çıktı. Bu sefer göz ucu ile değil dikkatlice, sararıp dökülmekte olan yaprakların arasında son güzelliklerine sahip çıkmaya çalışan bahçeye baktı fakat arzu ettiğini göremedi. Uzunca bir zamandan beri kadifenin lacivertliği ile mehtabın aydınlığı birbirini süsleyemiyordu. Murat, o acımsı duygunun yine kalbinin çeperlerine hücum ettiğini hissetti. Dükkâna geri döndüğünde ustası genç adama ellerindeki kumaşları göstermekle meşguldu. “Ustam çayları söyledim” dedi ve hemen işinin başına geçti. Müşteri lacivert kadifenin yanında bir müddet durdu. Murat'ın yüreği duracakmış gibi oldu. Kumaşı ellerinin arasına alıp evirip çevirince sanki kendi boğazı sıkılıyormus gibi hissetti. “Dükkanımızın güzide kumaşlarından, ne zamandır sizin gibi özel bir talibini bekliyor” diyen ustası dört dönüyor “demek tekstil işiyle ugraşıyorsunuz” diyerek özellikle bu konu ile de ilgilendiğini belli etmeye çalışıyordu. Genç adam kendinden emin bir ses tonuyla kısaca “bu kumaşı beğendim” dedi, ve Haşim Usta müşterinin ölçülerini alması için çırağına gözleriyle işaret etti.

Belki de ilk defa içinden çalışmak gelmedi Murat'ın. Elinde olsa müşteriyi fikrinden vazgecirip başka bir kumaşta karar kılması için yalvarırdı, ama yapamadı. Genç adamın ölçülerini alıp kâğıda işlerken ellerinin titrediğini farketti ve kalbi her an atmaktan vazgeçecekmiş gibi geldi.
Haşim Usta müşterilerini uğurladıktan sonra soluğu çırağının yanında aldı. “Bu sipariş bizim için çok önemli” dedi. Aman gözünü seveyim bir hata filan olmasın. Bu hafta yetiştiririz diye söz verdim. Nihat Bey askerlik arkadaşımdır. Uzun yıllar oldu görüşmeyeli. Tekstil işine girmişler, ihracat, ithalat paraya para demiyorlarmış. Bakarsın bize de bir kapı açılır işleri büyütürüz.

-Tamam ustam sen merak etme.

-Aferin evladım, göreyim seni. Maşallah bizim Nihat'in oğlu ben en son gördüğümde küçücük birşeydi. Şimdi büyümüş de evlenecek yaşa gelmiş. Dünya ne küçük, sen gel bizim karşıdaki komşunun kızına talip ol. Sağolsunlar onlar da nişan elbisesi için bizim dükkânı tavsiye etmişler.

Haşim Usta'nın yüzündeki mutluluğa tezat Murat içinde yükselen hüznün dışarıya taşacağını, her yeri kaplayıp sonbaharın rengine boyayacağını hissetti. Gözlerindeki boşluğu ustasından kaçırdı. Birden dışarıya fırlamak kendinden geçinceye kadar koşmak istedi. Fakat istemeye istemeye, mahkum oldugu sandalyesine tekrar geri dondu.

Yine bir gün, ömür takviminden ayrılıp sonbaharın sessizliğinde yitip gitmek üzere. Murat neredeyse başını hiç kaldırmadan olanca gücüyle çalışmıştı. Boynuna o çekilmez ağrı saplandığında ise bakışlarını vitrinin gerisindeki dünyadan kaçırmış, yüzünü ne zamandır ihmal ettiği küçük pencereye çevirmişti. Bazı acılar ne yapılırsa yapılsın bir türlü dinmiyordu.

-Oğlum, ben şimdi çıkıyorum. Akşama misafir gelecekmiş, yengen birkaç şey tembih etti. Çarşıdan onları alıp eve geçeceğim. Canın ne çekerse ilerideki lokantadan sipariş ver. Uykun gelince eve git yat. Sabah ben erkenden dükkânı acar ceketin eksik kalan kısımlarını tamamlarım. Aman dikkat et bir hata filan olmasın, sonra askerlik arkadaşımıza rezil olmayalım,tamam mı?

-Tamam ustam.

Telaşla dükkândan ayrılan ustası çıkmadan önce “dedene gecikeceğini haber ver, giderken de kapıyı kilitlemeyi sakın unutma diye” sıkı sıkı tembih etmişti. Murat yaşamın heyecanı silinmiş cılız bir ses tonuyla “peki ustam” diye cevap vermiş ve dükkânın emektar makinasının başına geçip istemeye istemeye tekrar çalışmaya koyulmuştu.

Lacivert gecesi kadifeyi eline aldıkça içinde birşeylerin koptuğunu, uçsuz bucaksız bir uçuruma yuvarlandığını hissetti. Parçaları birbirine eklerken, ilerisindenki rafta kendisine güzel hayaller yaşatmış olan o kumaşın yavaş yavaş kaybolduğunu, farklı birşeylere dönüştüğünü anladı.
Bu can sıkıcı durumun yükünü hafifletebilmek için başka şeyler düşünmeye çalıştı. Dedesinin hatıraları ile kendi hayallerinin iç içe geçtiği küçük evlerindeki akşam vakitleri belirdi zihninde. Sonra birden haber vermesi gerektiğini hatırlayarak telefona sarıldı. Dedesi sesindeki neşesizligi farketmiş, birkaç kez 'neyin var' diye sormuş, o da sadece yorgun olduğunu fakat önemli bir siparişi yetiştirmek için çalışmak zorunda kaldığını söylemişti. Bu akşam dedesi yemeğini yalnız yiyecekti. Birgün gelecek bu dünyadan göç edecek bu sefer Murat sofrada tek başına olacaktı. Kim bilir belki de kirası daha ucuz başka bir eve taşınmak zorunda kalacaktı. Hatıralarının ona ulaşamayacağı uzaklara çok uzaklara giderdi belki de.

Murat kendisine acı veren gerçekleri unutabilmek için olanca gücüyle dikiş makinasının pedalına yüklendi. Tıkır tıkır çalışan makinanın gürültüsü bir süre sonra, kendisini buhranlara sürükleyen düşüncelerin sesini bastırmaya başladı. Hemen hemen hiç ara vermeden karanlık çökmüş şehrin bir köşesindeki bu küçük dükkanda yeni bir günün başlangıcını müjdeleyen kuşların cıvıltılarına kadar ter döktü ve ömrünün en uzun gecesinin sonunda seher vaktine ulaştı..

Her şey bitmişti artık. Bir cekete dönüşmüş kadife hayallerini, soğuktan buz kesmiş cansız mankene giydirdi ve titrek elleriyle düğmelerini ilikledi. Işığı söndürüp dışarıya çıktı ve geride bıraktığı hayallerinin üzerine kapıyı sıkıca kilitledi. Mehtab'ı unutamamış olduğu uzun bir gecenin ardından ağırlaşmış adımlarla evinin yolunu tuttu.


Mesut Balık

 (Edebiyat Haber'de yayınlanmıştır)