30 Eylül 2012 Pazar

YAŞLI ÇINARIN TÜRKÜSÜ


 Sessizlik, uçsuz bucaksız bir ova. İnsanı yutup yok edecek bir boşluğun habercisi. Rüzgar esse, dallar oynaşsa, bir çıtırtının ardından kuşlar havalansa... Ağırlık... Üzerimize serilmiş kurşuni gökyüzü...

-söylesene Dagaç.

Şimdi biri beni görse ne düşünür acaba? “Söylesene ihtiyar” dediğinde ben de onu yadırgamamış mıydım? Sağıma soluma bakmış kimseleri görememiştim. Kim bilir belki de bir akranının hayali gözünün önünden geçivermişti. Avurtları çökük ince yüzünde tebessümün canlılığı. “İki ihtiyar birbirimizin gövdesine yaslanıp yoldaş oluyoruz. Ben anlatırım o dinler, o anlatır ben dinlerim.” Yeşile bezenmiş kollarını başımıza doğru uzatmış, saçlarımıza dokunuvermistin. Küçük bir çocuğun neşesi, deniz enginliğinde.

-anlatsana Dagaç.

Çehremde can kulağı ile dinlediğimin delili bir ifade. “Bizimkisi çok şey görmüş geçirmiştir. Küçükken annemler tarlada çalışırken ben Dagaç'la oynarmışım. O zamanlar daha ağaç diyemiyormuşum. Sonra büyüdük delikanlılık çağlarına ulaştık. O yaşlara gelinir de gönülde sevda olmaz mı? Sevdiceğimle birlikte bu çınarın altında buluşurduk. Hatta bir keresinde salıngaç bile kurmuştuk. Onunla birlikteyken ne çabuk geçerdi zaman. Evlendik, çoluk çocuğa karıştık. Bu sefer rahmetliyle tarlada çalışırken kızlarımız, ogullarımız bizimkinin gölgesinde oyalanır oldu. Derken yıllar akarsular misali çağlayıp gitti. Evlatlarım çalışmama izin vermiyorlar artık. Ben de bizim ihtiyarla birlikte böyle vakit geçiriyorum işte.”

-değil mi Dagaç?

Can dostum o ilkbahar sabahı “bizim köye gidip sınav yorgunluğumuzu atalım” diye teklif etmeseydi, şehrin surlarından kurtulamayacaktım ve bilmeyecektim; evleri topraktan mütevazı insanların yaşadığı bu yeri, güneşin rengine boyanmış ovayı, kocaman dalgaların donmuş halini andıran dağları, beyaz bulutcuklarla bezenmiş gökyüzünü. Biricik gönüldaşım her zamanki çekingenliğimi farkedip ısrar etmeseydi, caddelerin kalabalığından kaçamayacaktım ve tanımayacaktım; heryeri kaplamak istercesine maviye uzanmış bu çınar ağacını ve gölgesinde çay içmeye davet etmiş olan o güzel insanı. Birisi tarafından farkedilmek ve bilinmek ne güzel.

-garip Dagaç

İnsanın yüreğindeki merhamet duygusunu kabartan bir yüz ifadesiyle “Herkes bunadığımı düşünüyor. 'ağaç ile sohbet edilir mi?' diye dalga geçiyorlar. Onlar dinlemesini bilmiyorsa ben ne yapayım?” demişti. Anlıyorum der gibi bakmıştım sanırım, elimde bir bardak çay, sıcak bir günde dışarıda olmanın tadını çıkarırken. “Sadece ağaçlar mı? Dinlemesini bilene toprak, yağmur, rüzgar...hepsi birşeyler anlatır.” diye devam etmişti, güneşin parlaklığı gözlerinde. Hareketlenen yapraklarının arasından konuştuklarımıza hoş bir seda karışıvermişti.

-dost Dagaç

Çayından bir yudum daha alıp sana çevirmişti yüzünü. “Bizim ihtiyari pek severim. Bir gün görmesem içim rahat etmez. Bazen ona doya doya sarılırım. İçimin sıkıntısı akar gider. Hele baharda yeşilliğe bürünüşü yok mu? Onu bu halde görünce küçük bir çocuk gibi sevinir etrafında dört dönerim. O olmasaydı ne yapardım bilmem.”

-hatırladın mı Dagaç?

Birden bire rüzgar esti, dallar sallandı, bir çıtırtı, ardından kuşlar gökyüzüne kanat vurdu. Renkler cisimlerini terketme telaşında. Karşımdaki boş sandalyenin üzerindeki sarı yapraklar etrafa savruluyor. Bir çocuğun anne kucağında teselli arayışı gibi ceketime sığınıyorum. İhtiyar suskun. Kendi kabuğuna çekilmiş, matem havasında. İçimizde uçsuz bucaksız boşluklar bırakıp yitip giden bir manzara. Ağırlaşan gözlerim ha kapandı ha kapanacak. Tüm kışı burada geçirsem, Dagaç'la birlikte ilkbaharı selamlasam, güneşin huzmelerinde hüzünler solsa, kurumuş ellerimi bulutcuklara uzatsam. Ruhumu zapteden bir dinginlik. İçine gömüldüğüm hayaller tarlasından bir ses bulup çıkarıyor beni. İnsanın yüreğine değen bu güzel nağmelerin sahibini bulabilmek için başımı sağa sola çeviriyorum. Fakat kimseleri göremiyorum. Sonra anlıyorum ki bizim Dagaç sonunda sessizliğini bozmuş. Ben de eşlik ediyorum ona. “Ölüm Allah'ın emri, ayrılık olmasa” sözlerine gelince boğazımız düğüm düğüm susuyoruz. Sonra bir dostun hasretliği aramızda, birbirimize sarılıp türkümüzü söylemeye devam ediyoruz. Hüzünlerimiz damla olup düşüyor toprağa. Özlemlerimiz yeniden filizleniyor. Gün çekiliyor. Yaşlı çınarın türküsü yüreğimde, sessizce karanlığa karışıyorum.

Mesut Balık