Sessizlik, uçsuz bucaksız bir ova. İnsanı yutup yok edecek bir
boşluğun habercisi. Rüzgar esse, dallar oynaşsa, bir çıtırtının
ardından kuşlar havalansa... Ağırlık... Üzerimize serilmiş
kurşuni gökyüzü...
-söylesene Dagaç.
Şimdi biri beni görse ne düşünür acaba? “Söylesene ihtiyar”
dediğinde ben de onu yadırgamamış mıydım? Sağıma soluma
bakmış kimseleri görememiştim. Kim bilir belki de bir akranının
hayali gözünün önünden geçivermişti. Avurtları çökük ince
yüzünde tebessümün canlılığı. “İki ihtiyar birbirimizin
gövdesine yaslanıp yoldaş oluyoruz. Ben anlatırım o dinler, o
anlatır ben dinlerim.” Yeşile bezenmiş kollarını başımıza
doğru uzatmış, saçlarımıza dokunuvermistin. Küçük bir
çocuğun neşesi, deniz enginliğinde.
-anlatsana Dagaç.
Çehremde
can kulağı ile dinlediğimin
delili bir ifade. “Bizimkisi çok şey görmüş geçirmiştir.
Küçükken annemler tarlada çalışırken ben Dagaç'la oynarmışım.
O zamanlar daha ağaç diyemiyormuşum. Sonra büyüdük delikanlılık
çağlarına ulaştık. O yaşlara gelinir de gönülde sevda olmaz
mı? Sevdiceğimle birlikte bu çınarın altında buluşurduk. Hatta
bir keresinde
salıngaç bile kurmuştuk.
Onunla birlikteyken ne çabuk geçerdi zaman. Evlendik, çoluk çocuğa
karıştık. Bu sefer rahmetliyle tarlada çalışırken kızlarımız,
ogullarımız bizimkinin gölgesinde oyalanır oldu. Derken yıllar
akarsular misali çağlayıp gitti. Evlatlarım çalışmama izin
vermiyorlar artık. Ben de bizim ihtiyarla birlikte böyle vakit
geçiriyorum işte.”
-değil mi Dagaç?
Can dostum o ilkbahar sabahı “bizim köye gidip sınav
yorgunluğumuzu atalım” diye teklif etmeseydi, şehrin surlarından
kurtulamayacaktım ve bilmeyecektim; evleri topraktan mütevazı
insanların yaşadığı bu yeri, güneşin rengine boyanmış ovayı,
kocaman dalgaların donmuş halini andıran dağları, beyaz
bulutcuklarla bezenmiş gökyüzünü. Biricik gönüldaşım her
zamanki çekingenliğimi farkedip ısrar etmeseydi, caddelerin
kalabalığından kaçamayacaktım ve tanımayacaktım; heryeri
kaplamak istercesine maviye uzanmış bu çınar ağacını ve
gölgesinde çay içmeye davet etmiş olan o
güzel insanı. Birisi tarafından farkedilmek ve bilinmek ne güzel.
-garip Dagaç
İnsanın yüreğindeki merhamet duygusunu
kabartan bir yüz ifadesiyle “Herkes bunadığımı düşünüyor.
'ağaç ile sohbet edilir mi?' diye dalga geçiyorlar. Onlar
dinlemesini bilmiyorsa ben ne yapayım?” demişti. Anlıyorum der
gibi bakmıştım sanırım, elimde bir bardak çay, sıcak bir günde
dışarıda olmanın tadını çıkarırken. “Sadece ağaçlar mı?
Dinlemesini bilene toprak, yağmur, rüzgar...hepsi birşeyler
anlatır.” diye devam etmişti, güneşin parlaklığı
gözlerinde. Hareketlenen yapraklarının
arasından konuştuklarımıza hoş bir seda karışıvermişti.
-dost Dagaç
Çayından bir yudum daha alıp sana çevirmişti
yüzünü. “Bizim ihtiyari pek severim. Bir gün görmesem içim
rahat etmez. Bazen ona doya doya sarılırım. İçimin sıkıntısı
akar gider. Hele baharda yeşilliğe bürünüşü yok mu? Onu bu
halde görünce küçük bir çocuk gibi sevinir etrafında dört
dönerim. O olmasaydı ne yapardım bilmem.”
-hatırladın mı Dagaç?
Birden bire rüzgar esti, dallar sallandı, bir
çıtırtı, ardından kuşlar gökyüzüne kanat
vurdu. Renkler cisimlerini
terketme telaşında. Karşımdaki boş sandalyenin üzerindeki sarı
yapraklar etrafa savruluyor. Bir çocuğun anne kucağında teselli
arayışı gibi ceketime
sığınıyorum. İhtiyar suskun. Kendi kabuğuna çekilmiş, matem
havasında. İçimizde uçsuz bucaksız boşluklar bırakıp yitip
giden bir manzara. Ağırlaşan gözlerim ha kapandı ha kapanacak.
Tüm kışı burada geçirsem, Dagaç'la birlikte ilkbaharı
selamlasam, güneşin huzmelerinde hüzünler solsa, kurumuş
ellerimi bulutcuklara uzatsam. Ruhumu zapteden bir dinginlik. İçine
gömüldüğüm hayaller tarlasından bir ses bulup çıkarıyor
beni. İnsanın yüreğine değen bu güzel nağmelerin sahibini
bulabilmek için başımı sağa sola çeviriyorum. Fakat kimseleri
göremiyorum. Sonra anlıyorum ki bizim Dagaç sonunda sessizliğini
bozmuş. Ben de eşlik ediyorum ona. “Ölüm Allah'ın emri,
ayrılık olmasa” sözlerine gelince boğazımız düğüm düğüm
susuyoruz. Sonra bir dostun hasretliği aramızda, birbirimize
sarılıp türkümüzü söylemeye devam ediyoruz. Hüzünlerimiz
damla olup düşüyor toprağa. Özlemlerimiz yeniden filizleniyor.
Gün çekiliyor. Yaşlı çınarın
türküsü yüreğimde, sessizce
karanlığa karışıyorum.
Mesut Balık