Hay Allah, orta yerde kalakaldım. Biraz daha
mı atik olmalıyım? Ayaklarımda da bir ağırlık.
Trabzana sıkıca tutunarak karanlıkta
ilerlemeye çalıştı. Sahanlığa ulaşınca boş kalan eli soğuk
duvarda gezindi ve bir düğmenin üzerinde durdu. Etrafa yayılan
mekanik ses, bir kuştan esinlenilmiş olanlardan. Kalbi hızlı
hızlı atmaya başladı. Elini tekrar duvara doğru uzattı. Soluk
ışık, kapı aralığındaki bir çift gözde de yansıdı.
“Afedersiniz, zilinize yanlışlıkla bastım”
Orta yaşın üzerinde olduğunu tahmin ettiği
kadın, zincirin gerisinden:
“Sorun değil” diye karşılık verdi.
“17 numaralı dairede oturuyorum. Çok olmadı
taşınalı”
Kısa süren bir sessizlik. Tedirgin edici. Her
ihtimale karşı, bir yabancıya ait eşkalin hafızaya iyice
kaydedilmesi.
“Hayırlı olsun”
Hiçbir sırrı açığa vurmayan bir yüz
ifadesi. Gerginliği yiten zincir, ışıkla birlikte gözden
kayboldu.
Daha dün karanlığa yakalanmadan sahanlığa
ulaşmıştım. Yoksa ışığın ayarlarıyla mı oynadılar? Gerçi
bugün de pek yoruldum. Bir de omuzumdaki yük. Artık iş yerinden
eve dosya taşımak doğal oldu.
“Pardon”
“Rica ederim”
Çantasını almak için yere eğildi. Tekrar
karanlık. Işığa kavuşmak isteyince eli bilmediği bir ele
çarpttı.
“Afedersiniz”
“Önemli degil”
Işıl ışıl parlayan bir çift göz. Saçları
kısacık. Sırtında da spor çantası. Ayakkabıları, hız yapmaya
elverişli.
Yıllar önce ben de basketbol oynardım. Siz
futbol mu oynuyorsunuz yoksa? Uzun zamandır topu elime aldığım
yok. Malum iş hayatının yoğunlukları. Biraz da tembellik
yapıyorum galiba. Buraya taşınırken gözüme ilişmişti.
Yakınlarda bir basket sahası var. İsterseniz birgün birkaç atış
yaparız. Kendimi tanıtmadım daha değil mi?
Kapanan dış kapının sesi basamakları
aşarak kulaklarında yankılandı.
Delikanlılık. Yerinde durmak ne mümkün. Her
geçen yıl sanki bir ağırlık bırakıyor üstüme.
Anahtarı yuvasına yerleştirmişti ki karşı
komşunun kapısının açıldığını duydu.
O dairede kimler oturuyor acaba? Geriye dönüp
baksam ayıp olur mu? Sonuçta karşılıklı oturuyoruz, eninde
sonunda tanışmayacak mıyız? Söze nasıl başlamalı? “İyi
akşamlar efendim, ben Necip, yeni taşındım sayılır.
Nasılsınız?” desem mesela. Tam geriye dönecekti ki merdivenleri
aceleyle inmekte olan bir çift ayakkabı geç kaldığını alaylı
bir şekilde haykırdı. Bu kez ışığın düğmesine basmasına
gerek kalmamıştı. İsmini bilmediği komşusu, yarı yolda
farkında olmadan kendisine bir iyilik yapıvermişti.
Öncekine göre daha rahat bir daire. Holde bir
ekran var. Apartman girişinde zilinize basanların kim olduğunu
görebiliyorsunuz. Havalandırma sistemi de cabası. Yaz kış
pencereleri açmanıza bile gerek yok. Ama bu mevsimin çiçek kokan
havasını teneffüs etmeden de duramıyor insan. Döşeme ve
duvarlardan bazen hayatların sızdığı oluyor. Üst kattan gelen
koşuşturma sesleri. Çocuklar olmalı. Duvarların ötesinden
duyulanlar, bazen öfke bazen neşe. Ayırt etmek güç.
Mutfağın
penceresinden içeriye yayılan
güzel bir koku. İsmini bilmediği bir yemek olmalı. Bol baharatlı.
Su sürahisini masaya koyarken balkondaki bir karaltı dikkatini
çekti. Usulca kapıyı açtı.
“Demek bugün benim de bir misafirim var.
Hoşgeldin, safalar getirdin. Bekle beni sakın gitme.”
Ekmek kırıntılarının olduğu tabağı
yavaşça yere bıraktı. Bir süre oralı olmayan güvercin az sonra
kendisine ikram edilenlere ağır ağır yaklaştı.
“Yemeğimi bu saatlerde yerim. Yarın akşam
yine gel olur mu?”
Makarnanın suyunu lavaboya dökerken biraz
fazla yapmış olduğunu farketti. Annemden kalma bir alışkanlık.
Rahmetli yemek yaparken “çat kapı birisi gelebilir ” derdi hep.
Nur içinde yatsın. Buharıyla yüzünü okşayan tencereyi tekrar
ocağın üzerine bıraktı.
Güvercin akşam yemeğini daha önce bitirmiş,
gökyüzüne geri dönmüştü. Bulaşıkları
yıkamaya başlamadan önce televizyonun sesini biraz daha açtı.
İnsanları göremese de seslerini duymak iyi geliyordu. Çatal,
bıçak çekmecelere, tabak, bardak dolaplara gizlendi. Masa silindi,
yerler süpürüldü.
Oturma odasına girdiğinde çantasındaki
dosyalar geldi aklına. Onlarla uğraşmayı hiç mi hiç
istemiyordu. Masanın başına geçse belki kendini
çalışmaya ikna edebilirdi. Fakat
şu koltuğun cazibesi. Küçükken pek severdi uzanıp birşeyler
okumayı. Gerçi kalabalıktan buna pek imkân bulamazdı ya.
Sehpanın üzerindeki kitaplara takıldı gözleri. Her geçen gün
yükselen bir kule. Üzerlerinde
birikmiş olan toz canını sıktı.
Kapakların arasında uykuya dalmış
karakterleri düşündü. Üst üste yığılmış yabancı
hayatları. Çantasından,
dosyalarla birlikte bir kitap
çıkardı. Otobüs durağı bir kitapçının karşısındaydı.
Beklemekten sıkıldığı anlar olurdu. Rafların arasında uçup
giden zamanlar.
Sehpanın üzerindeki ağırlık her gün biraz daha artıyordu.
Televizyon
ekranından yansıyan oturma
odasındaki durgunluk. Mutfağa
girdi ve az sonra elinde bir bardak çay ile birlikte geri döndü
Masadaki dosyalardan gözlerini kaçırdı.
Koltuk adeta
,“bu akşamlık herşeye
paydos” diyordu. Kağıt kulenin en üst katındaki kitabı eline
aldı, bir çocuk sevinciyle
kapağını açtı.
Sayfalar sanki kendiliğinden
çevriliyordu. Kelimeler, odanın dört bir tarafına doğru akmaya
başladı. Öbek öbek toplandılar; yerde, koltukta, sandalyede.
Karakterlerin başı olduğunu tahmin ettiği şahıs
cüssesine tezat,
tiz
bir sesle:
“Biz uyurken sen neler yaptın
bakalım?” diye sordu.
Necip Bey şaşkın fakat içinde bulunduğu
durumdan memnun bir şekilde anlatmaya başladı.
Mesut Balık