Ilık bir meltem değdi yüzüne. Hemen önündeki çiçeklerin mis
gibi kokusunu duydu, sevinçle gülümsedi. Nazikçe başlarını
okşadı ve ellerini yüzüne yaklaştırıp parmaklarına sinmiş
olan kokuyu derince içine çekti. Ne de güzel kokuyorlardı. Yüreği
mutlulukla doldu. Sonra davetsiz bir misafir vızıldayarak geldi
yanına. O renklerin küçücük dünyasında mola verip vermemekte
tereddüt eden meraklı arı neyse ki havada birkaç daire çizdikten
sonra fazlaca oyalanmadan yoluna devam etti. Annesi oldum olası
çiçekleri severdi, eksik etmezdi pencerenin önünden.
Saksılarından taşan neşe dolu renkleri mütevazı ahşap evlerine
ayrı bir güzellik katardı.
Uzaktan birbirleriyle itiş kakış ilerleyen çocukların sesleri
geldi kulağına. Okul çıkışı olmalı diye düşündü, demek ki
şimdi saat beş sularıydı. İçinde bir
sevinç duydu. Çocuklar pencerenin önüne iyice yaklaştıklarında
içlerinden birisi seslendi:
-Merhaba Ayla Abla, nasılsın?
-Sağol Muratçığım iyiyim. Sen
nasılsın?
Mahallenin en hareketli çocuklarındandı.
Babasına kalsa futbolcu yapacak ama annesinin hiç mi hiç gönlü
yok. Kocası maç izlerken bazen gözü televizyona takılır, yere
düşenler sanki kendi oğluymuş gibi acırdı onlara.
-Ben de çok iyiyim ama şu okul bitse daha iyi olacağım.
-Ne oldu sıkıldın mı derslerden?
Murat bir an sessiz kaldı. Aslında sıkılmıştı ama bunu söylese
kesin Ayla Ablası “olur mu hiç”
diyerek karşı çıkardı.
-Sıkılmak değil de yoruldum be abla. Şu sınavlar bitmek
bilmiyor, bir de ödevler.
-Dayan güzelim dayan. Bak şurda yaz tatiline ne kadar kaldı ki?
Ondan sonra doya doya top oynarsın arkadaşlarınla.
Afacanın yüzüne bir sevinç geldi,
üzerindeki yorgunluk birden bire kayboluverdi.
-O zaman senin için de bol bol gol atacağım abla.
Penceredeki genç kız içten bir gülümseme ile karşılık verdi.
-Abla görüşürüz. Ben eve doğru gideyim, annem merak eder şimdi.
-Tabii ki Muratçığım, görüşürüz
yine. Annene babana çok selam şöyle.
-Söylerim abla.
Murat epeyce uzaklaşmış olan arkadaşlarına yetişebilmek
umuduyla hızlıca koşmaya başladı. Huyunu bilen Ayla Ablası
arkasından seslendi:
-Koşturma sakın, bak sonra terli terli...
Yaramaz çoktan uzaklaşıp gitmişti.
-Kim o kızım?
Annesiydi seslenen, mutfaktan yenice oturma odasına geri dönmüştü.
-Murat, anne.
-Tamircinin oğlu mu?
-Evet anne, okuldan çıkmış da biraz lafladıydık.
-Kızım fazla durma pencerenin önünde, ceyran yapar sonra hasta
olursun bak.
-Merak etme anne.
Yaşlı kadın mutfağa dönünce, genç kız kendini tekrar
dışarıdaki seslerin dünyasına bıraktı.
İnsanın içini ısıtan o güzelim kuş sesleriyle oyalandı biraz.
Birkaç ev ötesindeki ağaçtan geliyor olmalıydı. Sanki herkes
birden bire bu güzel melodilere kulak kesilmişti de olduğu yerde
kalakalmıştı. Sokağa kısa sürse de bir durgunluk gelip
yerleşti. Ufacık bir kıpırtı olsa kesin duyardı genç kız. Her
ses onun için önemliydi, çünkü dünyasıydı bu sesler. Tekrar
meraklı bir arı belirdi yanıbaşında fakat bu sefer yoluna devam
etmeyip pencerenin yağmurlugunda
dinlenmeye karar verdi. Ayla, geçerken öylesine uğramış olan
ziyaretçisinin içeriye girmesinden korktu ve elleriyle
uzaklaştırmaya çalıştı. Rahatı kaçan arı tekrar yola
koyulduğu anda genç kızın elleri saksılardan birisine çarptı,
fakat devrilmeden sıkıca kavradı.
-İyi misin Ayla Abla?
-İyiyim iyiyim. Saksı devrildi sandım da.
-Herşey yerli yerinde merak etme abla.
-İyi aman çok şükür. Hayırdır nereye
böyle?
Murat için Ayla Ablası, mahallenin olmazsa olmazlarındandı.
Ne zaman sokaktan geçse gözleri yeşil demir parmaklıklı
pencereye döner, orada olup olmadığına bakardı. Hep güler
yüzlü, öylece hülyalara dalıp gitmiş
bir vaziyette çiçeklerin gerisinde otururdu. Bazı zamanlar onu
göremediği olurdu. O zaman bir burukluk hissederdi içinde. Ama
dönüş yolunda karşılaşabileceğini düşünerek tekrar içi
mutlulukla dolar, hızlıca yoluna devam ederdi. Bu dünyada onu
anlayan bir tek kişi vardı, o da Ayla Ablasıydı.
Babası tamir işleriyle, annesi de diğer küçük kardeşleriyle
meşgul olduğundan mıdır nedir kendisini
yalnız hissettiği zamanlarda bir bahane ile dışarıya çıkar,
dört beş ev ilerideki ahşap evin önünde bulurdu kendini. Fakat
bu sefer evden çıkmak için bir bahane uydurmasına gerek
kalmamıştı:
-Bakkala gidiyorum, bir şeye ihtiyacınız var mıydı?
-Dur bir anneme sorayım.
Genç kızın yüzü tekrar pencerede göründüğünde, afacan
yerdeki bir taşla futbol topuymuşçasına
oynuyordu.
-Herhangi bir ihtiyaç yokmuş Muratçığım.
Muratçığım diye seslenişini ne kadar
da severdi.
-Canın birşeye mi sıkıldı senin, sesin biraz üzgün geliyor.
“Yok be abla” diye cevap verecekti fakat son anda vazgeçti.
Bilirdi ki Ayla Abla´sından birşey saklayamazdı.
-Şey abla, nasıl desem? Biraz matematikle başım belada. Okulda
sınavlar, babam da evde karneyi bekliyor. Bir zayıf daha alırsam
çıra gibi yandım valla.
-Dert ettiğin şeye bak, bulunur bir çözümü elbet.
-Bilmem ki abla kurtulabilir miyim bu dertten.
-Behçet Abi'ne bir sorsan, belki o sana yardım eder.
-Hay aklınla bin yaşa
be abla. Sahi ben bunu daha önce neden düşünemedim ki?
Sesi yine eski canlılığına kavuşmuş, neşesi yerine gelmişti.
-Sağol ablam benim. Ben şimdi bir koşu bakkala gidip geleyim,
sonra bizimkilere bu konuyu bir açayım.
-Tamam ama dikkat et, koşturmadan sakin sakin git.
Yaramaz çoktan kendini heyecanının akışına kaptırmış adeta
bakkala doğru hızlıca sürüklenip gitmişti.
Genç kız mahallede duyulan tüm seslerin adeta uzmanı olmuştu.
Mesela sabahları erken saatlerde “simitçiiii,
var mı taze simit isteyen simitçiii?”
diye bağıran çocuğun sesi duyulduğunda vakit sabah dokuz gibi
olurdu. Zaman zaman kahvaltıda bir değişiklik yapmak, hem de
ailesinin geçimine katkıda bulunan bu ufaklığı
sevindirmek...Böyle şeylerden bile çok mutlu olurdu Ayla, neşesini
etrafına saçardı, pencerelerinin
önündeki rengarenk çiçekler gibi.
Senenin diğer yarısında simitçi küçüğün abisinin yanık sesi
duyulurdu. Sabahçı olduğu dönemlerde işi o devralırdı.
Bir de hergün olmasa da en az iki güne bir mahalleden geçen
yaşlıca bir amca vardı, “eskiciii, eskiler alırım eskiciii”
diye duyulurdu hüzünlü sesi. Genç kız sesinin neden bu kadar
kederli olduğunu hep merak ederdi. Belki de satın aldığı
eşyaların üzerine sinmiş olan kimi anılar kalbine ağırlık
veriyordu, ya da...Kim bilir belki de bir derdi filan vardı. Ayla'yı
gördüğünde “hayırlı günler kızım”
deyişi kalbini ısıtırdı. “Amca bir bardak su ister misin?”
diye sorardı o da hemen. Genelde ihtiyaç duymazdı “caminin
bahçesinden biraz önce içtim der”, hal ve hatırını sorup
biraz laflar sonra da
“haydi bana müsade kalın sağlıcakla”
dedikten sonra tekrar “eskiciii” diyerek yavaşça uzaklaşır
giderdi. Genç kız bazen “eski anıları da alıyor mu acaba?”
diye düşünür, sonra bu kısa süren karamsarlık yerini tekrar
seslerin çağrıştırdığı güzel hayallerin neşesine bırakırdı.
Bir de postacı abi vardı. Mahalleden her geçişinde selam verirdi.
Genç kız da selam verdikten sonra gülümseyerek “güzel
haberlerin var mı diye sorardı”
O da ya bizzat kendi yaşadığı ya da çevresinden duyduğu kimi
güzel gelişmelerden bahsederdi; doğumlar, evlilikler, çocukların
okuldaki başarıları, yeni iş bulanlar...O da aynı soruyu Ayla'ya
yöneltirdi. Genellikle “ görüştüğümüzden
bu yana önemli herhangi bir şey olmadı”
diyerek karşılık verirdi. Kibar bir şekilde yoluna devam etmesi
gerektiğini söyleyen postacı “daha güzel haberlerde tekrar
görüşmek üzere” der evlerinin önünden ayrılırdı. Ve daha
neler neler ulaşırdı pencerenin gerisinden yaşamı dinleyen genç
kıza; aheste aheste alış verişe gidenler, işten çıkıp yorgun
argın eve dönenler, okul yolundaki hayat dolu çocuklar, tek tük
de olsa geçip giden mobiletler, arabalar...Ama tüm bu seslerin
arasında öyle bir tanesi vardı ki...
-Haydi kızım gir içeri artık.
-Tamam anne.
Akşam ezanı yenice okunmuş, annesi namaza durmuş, mahalle yine
insanın kalbini burkan o derin sessizliğe bürünmüştü. Nedense
dışarıdaki bu hareketsizlik ruhuna
siner, olduğu yerde bir süre o da bu durgunluğa teslim olurdu.
Sanki bu saatler hic gecip gitmeyecekmis gibi gelirdi. Tam mutsuzluk
kapısını çalmaya hazırlanırken birden kalbine heyecanla dolan o
ses ulaştı kulaklarına. Nerede olsa tanırdı bu arabanın sesini.
Aracın motor sesi iyice yaklaştı, evlerinin önüne gelince
kesildi, ardından da kapının açılma ve kapanma sesi duyuldu.
Ayla tüm gün sabırla beklediği o sesi duyar duymaz elleriyle
saçlarını düzeltti ve heyecanını gizlemeye çalışarak
pencerenin gerisindeki divanda sessizce oturmaya devam etti.
-İyi akşamlar Ayla.
-Merhaba Behçet Abi, işten mi?
-Yok bu gece çıkacağım işe.
Arada bir sessizlik oldu. İnsan heyecanlanınca bazen ne diyeceğini
şaşırıyordu işte.
-Nasılsın Behçet Abi?
-İyiyim teşekkür ederim. Sen nasılsın?
-Ben de iyiyim.
Gözleri sevinçle parladı.
-Şey Behçet Abi, annem seni akşam yemeğine bekliyor. Gelmemezlik
etmesin diye de sıkıca tembih etti.
-Zahmet vermeyeyim.
-Olur mu hiç. Hadi işin bitince gel hemen.
-Bir şeye ihtiyaç var mı gelirken
getireyim.
-Yok Behçet Abi, sağolasın.
-Tamam olur, ben bir eve uğrayıp geliyorum.
Masum bir yalan söylemişti. Ama insan da herşeyi açık açık
söyleyemiyordu işte. Annesine “akşama
Behçet Abi'yi yemeğe davet edelim mi?” diye sormuştu. Annesi de
bu fikrini hoş karşılamış, “tabii kızım gelsin, evde tek
başına yiyecegine, bir sofradan bin kişi doyar” diye karşılık
vermişti. Annesinin teklifini oldukça sıcak karşılamış olması
biraz önceki masum yalanının ağırlığını epeyce
hafifletiyordu.
Genç kız sevinçle pencereyi kapattı, eşyalara çarpmadan mutfağa
doğru gitti. Dikkat ederdi annesi temizlik yaparken, yıllardır
eşyaların yeri pek değişmemişti. Hepsi yerli yerinde bir
fotoğraf karesinde dondurulmuş gibi sabit.
-Anneciğim, diye seslendi.
-Söyle kuzum.
-Behçet Abi'ye söyledim yemeğe gelecek.
-İyi etmişsin gülüm.
-Mis gibi de kokuyor tarhana.
-Dur bakalım tadı da iyi olmuş mu?
Annesinin kaşıkla uzattığı çorbanın tadına baktı.
-Ellerine sağlık Fatma Sultan. Her zamanki gibi yine harika.
Behçet çok severdi tarhanayı. “Moralim
bozuk olsa içsem hemen neşem
yerine gelir” diye bir ziyaretinde anlatmıştı. Genç
kızın yüzündeki mutluluk annesinin yüreğine doldu. Ne de
heyecanlıydı, genç kız telaşı işte. Kendisi de yıllar önce
öyle değil miydi? Hele rahmetliyle
nişanlı olduğu dönemlerde. Her geldiğinde eli ayağına karışır
ne diyeceğini ne yapacağını bilemezdi.
-Dur ben de yardım edeyim.
-Gerek yok kızım, işim bitmek üzere
zaten.
-Olmaz anne, benim de çorbada tuzum bulunsun değil mi?
-Haydi bakalım sen de o zaman salatayı yap. Malzemeleri hazırladım
bir tek domatesler kaldı doğranacak.
Ayla'nın ellerini sevgiyle tuttu, mutfak
tezgâhının biraz ilerisine doğru yönlendirdi.
-Kuzum domatesler burada, bıçakla doğrama tahtası da şurada.
Dikkat et ama, elini kesme.
-Merak etme Fatma Sultan, yılların salata ustası yanında.
Neşeyle domatesleri ince ince doğramaya başladı. Yaşlı kadının
anne yüreği sızladı.
Pek de heyecanlı yavrum.
Nereye kadar gider bu işin sonu bilmem ki. Gönül sevdi bir kere
elden birşey gelmez. İyi çocuk, dürüst, kibar. Ben de günden
güne yaşlanıyorum, birgün göçüp gidersem kim sahip çıkacak
ay yüzlüme.
Çok da yakışıyorlar
birbirlerine ama...Ne yapsın gözleri görmeyen bir kızı. Eninde
sonunda unutmak zorunda olacak. Kolay mı
ilk sevda, çok üzülecek benim hisli kızım
cok.
-Anne domatesler hazır.
Yaşlı kadın etrafını saran
tedirginlik bulutlarını hızlıca dağıtıp:
-Aferin sana, çok güzel
doğramışsın,
ellerine sağlık, diye cevap verdi.
Daha da bir sevinçle gülümsedi
biricik annesine.
-İstersen yavaş yavaş
tabakları götür, ben de salatanın yağını tuzunu ekleyeyim.
Annesi tabakları yemek
masasına gitmeden önceki
son duraklarında hazır ederdi; çiçek motifli beyaz örtülü
ahşap masanın kapıya doğru bakan ucunda. Biricik kızı bir işe
yarıyor olmanın mutluluğu dudaklarında bir şarkı, yavaş yavaş
onları oturma odasına taşırdı.Şimdi daha da neşeliydi, bir
şarkıyı bırakıp diğerine geçiyor adeta içi içine sığmıyordu.
Ekmek sepetini usulca yemek
masasının ortasına koyarken:
-Anne nasıl olmuş sofra? diye
sordu heyecanla.
Bardaklara su doldurmakla
meşgul yaşlı kadın:
-Harika olmuş, diye cevap
verdi, kızının yardımını takdir ettiğini belli eden bir ses
tonuyla.
-Anne bak sen şu sandalyeye
oturacaksın, ben buraya, Behçet Abi de...
Tam o esnada zil çaldı. Birden elleriyle üstüne başına çeki
düzen verip uzun kumral saçlarını topladı.
Annesinin bu heyecanına şahit olduğunu düşününce yüzü
hafifçe kızardı, “ben kapıya
bakarım”
diyerek telaşla dikelmekte olduğu yerden ayrıldı. Acele acele
yürürken istemeden sehpaya çarptı, “Hay Allah” diyerek hemen
eğildi ve ahşap nesneyi iki eliyle sımsıkı kavradı.
-Üzerinde birşey yok kızım,
ben düzeltirim onu, hadi sen kapıya bak, diye seslendi annesi.
Misafirini fazlaca bekletmek
istemeyen genç kız tekrar telaşla kapıya doğru yürüdü.
Kapıyı acar açmaz kalbinin
atışlarını hızlandıran o ses duyuldu:
-Merhaba Ayla, diye seslendi,
elinde birkaç kitapla kapıda durmakta olan delikanlı.
-Buyur geç
Behçet Abi.
Daha önce annesinin yerini
belli ettiği terlikleri uzatarak konuğunu içeriye davet etti.
Oturma odasındaki koltukların
yastıklarına
çeki düzen vermekle meşgul olan yaşlı kadın Behçeti
gülümseyerek karşıladı:
-Gel evladım gel.
Elindeki kitapları, tekrar
eski yerine konmuş sehpanın üzerine bıraktı, bir anne gibi
sevdiği kadının elini öptü:
-Nasılsın Fatma Teyze?
-Hamdolsun evladım iyiyiz, bir
yaramazlık yok çok şükür. Sen nasılsın görüşmeyeli?
-İyiyim sağol teyzeciğim,
koşturup duruyorum.
-Kolay mı
evladım, hem iş hem okul. Maşallah iyi beceriyorsun ikisini
birlikte.
Behçet'in yüzü hafifçe
kızardı, gözlerini önüne eğdi:
-Estağfurullah, diye karşılık
verdi.
-Geç oğlum sofra hazır.
İki eliyle dikkatlice çektiği
sandalyenin yanı başından “Behçet Abi buyur” diye kibarca
seslendi Ayla. Genç adam teşekkür ederek sevinçle masadaki yerini
aldı.
Özenle hazırlanmış
yemeklere eşlik eden kaşık çatal seslerini sık sık Ayla'nın
soruları bölüyordu. Yaşlı kadın birkaç kez, “bırak
da misafirimiz yemeğini yesin, sonra” diye ikaz ettiyse de
birazcık süren sessizlikten sonra elinde olmadan başka başka
sorulara geçiyordu. Behçet “rica ederim Fatma Teyzeciğim,
rahatsızlık olur mu? Hem yemeğimizi yeriz hem de sohbet ederiz”
diyerek yaşlı kadının kaygısını gidermeye çalışıyordu.
Neler neler sormuyordu ki genç kız ; fakültedeki hocaları,
öğrencileri,arkadaşlarını (hayatında birileri var mı diye
merak ederek), izlediği filmleri, dinlediği müzikleri, okuduğu
kitapları, takside çalışırken karşılaştığı müşterileri,
gezip gördüğü yerleri...Hayallerini, sevinçlerini, hüzünlerini
de sormak isterdi fakat çekinirdi her nedense. Behçet sabırla her
sorusunu cevaplandırmaya
çalışırdı. Özellikle okul hayatında karşılaştığı kimi
durumları biraz da mübalâğalı anlatarak güldürürdü onu. Genç
kızın her gülüşünde sanki yanaklarında rengarenk güller acar,
heryere o içten sohbetlere dair hoş sıcaklık sinerdi. Behçet
çalıştığı saatlerde karşılaştıklarından
bahsederken biraz daha itimatlı olurdu. Hele hele gece mesailerinde
şahit olduklarından pek bahsetmek istemezdi; ayakta duramayan
sarhoşlar, birbirlerine bağırıp çağırıp kavga edenler,
karanlıkta çalışmak zorunda olan hayal süsleyici
kadınlar...Biraz üstün körü
geçiştiriverirdi
bu kısımları. Daha çok haftasonlarında
gündüz vakitlerinde uğradığı yerleri, biraz da özenle seçtiği
kelimelerle bezeyerek anlatırdı; kalabalık caddeleri, tarihle
çevrelenmiş meydanları, keşfedilmemiş kıyıda köşede gizli
kalmış kimi sokakları, şehirdeki yaşamın cephelerinde
yankılandığı binaları, dolup boşalan mağazaları, otobüsleri,
arabaları, boğazı, martıları, vapurları, çocukları...
Behçet geçen pazar
arkadaşlarıyla yaptığı orman gezisinden bahsetmeye başladığında
genç kız anlatılanlara pür dikkat kesildi. Hele hele rengarenk
açmış lalelerin bahsi geçmeye başlayınca daha da bir
heyecanlandı. Sonra birden bire durgunlaştı. Yüzüne sanki
oralara gidememiş olmanın hüznü bulaştı. Behçet bunu
farketmişçesine
birden:
-Fatma Teyze, arzu ederseniz
bir dahaki pazar günü birlikte gidebiliriz, diye teklif etti.
-Bilmem ki evladım, sana da
yük olmayalım.
-Estağfurullah.
-Gideriz değil mi anne
gideriz?
Heyecanla elini annesine doğru
uzattı o da kızının bu hareketine sevgiyle karşılık verdi.
Özellikle duygulandığı zamanlarda değer verdiği birisine
dokunma ihtiyacı hissederdi. Bu kişi de genellikle annesi olurdu.
Behçet ile ilk karşılaşmalarında da yine böyle hislenmis, yaşlı
kadın biricik evladının sevincine ortak olmuştu. Birlikte pazar
yerinde alış veriş yapmışlar dönüş yolunda yavaş yavaş
yokuşu tırmanırken sarı renkli bir araba yanaşıp yanlarında
duruvermişti. Her ikisi de biraz tedirgin olmuş, Fatma Hanım
geriye dönüp baktığında mahallelerine yeni taşınmış genç
delikanlının güler yüzüyle karşılaşmıştı. “Merhaba
teyzecigim” diye selam vermiş, hemen arabadan inip ellerindeki
meyve sebze dolu çantalara davranıp “sizi evinize” bırakayım
demişti. Yaşlı kadın “gerek yok evladım, zahmet etme, zaten
eve vardık olduk“ dediyse de Behçet söylenenleri dinlememiş
eşyaları iki kaşla göz arasında arabanın bagajına
yerleştirivermişti.
Arabaya binerlerken Fatma Teyze “ne gerek vardı evladım”
demiş, genç adam “olur mu hiç teyzeciğim, ben de eve
gidiyordum” diye karşılık vermişti.
Anne kız yan yana arabayla
yokuşu yavaş yavaş tırmanırken Ayla bu sesin sahibini oldukça
merak ediyordu. Büyük bir ihtimalle geçen gün evlerinin karşısına
park etmiş olan kamyonetteki eşyaların sahibi olmalıydı. Aracın
yakınındaki iki üç kişiden kulağına ulaşan “masayı
indirirken dikkat edin, dolap ağırdır, önce kitaplıkları
indirelim” cümlelerinden ne zamandır boş olan karşı evin
bodrum katına yeni bir kiracı taşınmakta olduğunu düşünmüştü.
Bir ara annesi de yeni bir komşularının olduğundan bahsetmişti.
Ne zaman sonra yeni bir insanla tanışıyor olmanın mutluğunu
yüreğinde hissediyordu genk kız. Anlaşılan annesi pek sevmişti
bu genç adamı. Birkaç
kez ev ile ilgili bir ihtiyacının olup olmadığını sordu.
Behçet şimdilik bir yardıma gereksinim duymadığını belirterek
bu kibar teklife içtenlikle teşekkür ederek karşılık verdi.
Ayla konuşmaların arasında zaman zaman takip edebildiği güftenin
güzelliği ve bestenin büyüleyici havasıyla:
-Çok güzel bir şarkı,
diyerek memnuniyetini dile getirmiş heyecanla annesinin elini
sevgiyle kavradı.
-”Gözler
kalbin aynasıdır”
diye cevap verdi Behçet, çok sevdiğim bir şarkı.
Ayla “ sözleri ne kadar
etkileyici değil mi anne?” diye sorarken, Behçet arabanın dikiz
aynasında genç kızın ela gözleriyle karşılaşmış, yüreğini
hoş bir duygu kaplamıştı. Ne yazık ki şarkının sonunu
dinleyemeden çoktan evlerinin önüne varmışlardı.
Bu güzel
şarkıyla
tanışmasına
vesile olan misafirleriyle birlikte aynı
masada hep birlikte afiyetle akşam yemeklerini yemişlerdi. Annesi
gelecek haftaki kır gezisine gitmeye ikna olmuş, bunun sevincini
yaşayan genç kız vaktin nasıl geçtiğini anlayamamıştı bile.
-Ellerinize sağlık, yemekler
gerçekten çok güzel olmuş.
-Afiyet olsun evladım.
-Afiyet olsun Behçet Abi.
Sofra toplanırken genç adam
yardım etmek istediyse de ev sakinleri izin vermeyip, “bütün
gün yoruldun, haydi sen geç koltuğa dinlen, biz de kahveleri yapıp
getirelim” dediler. Behçet sehpadaki kitapları aldı ve neşeyle
saadet koltuğuna yerleşti. Mutfağa doğru gitmekte olan anne ile
kızın neşe dolu konuşmaları tatlı bir melodi gibi ulaşıyordu
kulağına. Az sonra tekrar oturma odasında belirdiklerinde
misafirleri elindeki kitaplara dalıp gitmişti.
-Kahveleri illa ben yapacağım
diye tutturdu deli kız, diye hafifçe serzenişte
bulundu yaşlı kadın.
-İnşallah güzel olmuştur,
diye karşılık verdi Ayla, fincanları dikkatlice masaya
bırakırken.
Misafirlerinin karşısındaki
boş koltuğa yerleşirlerken Behçet elindeki şiir kitabında
işaretlemiş olduğu sayfalardan birisini açtı:
-Hani geçen sefer söz vermiştim ya, birkaç şiir kitabı getirdim
yanımda, dedi.
Ayla sevinçle:
-Yaşasın, diye karşılık verdi.
Genç adam, özenle seçmiş olduğu şiirlerden okudu, zaman zaman
şairi hakkında bilgi verdi, kimi dizelerde gizlenmiş duyguları
açığa çıkarmaya çalıştı. Özellikle doğadan bahseden
eserlerden seçmişti. Onları dinledikçe genç kızın yüzündeki
mutluluk daha da belirgin hale geliyor, annesine iyice sökülüp,
mısraların çağrıştırdığı dünyalara bırakıyordu kendini.
Behçet son şiiri de okuyup bitirdiğinde, genç kız neşeyle:
-Ama bir dahaki sefere senin şiirlerini dinleyeceğiz değil mi?
diye sordu.
Genç adamın yüzü biraz kızardı, yaşlı kadın bunu hemen
farketti. Kısa süren sessizliği biraz çekinerek söylenmiş olan
“peki olur” cümlesi böldü. Behçet'in zaman zaman sergilediği
bu çekingenlik Ayla'nin çok hoşuna gidiyor,
gönül sarayını aydınlatıyordu.
...
Güzel geçen saatlerin ardından Behçet müsade isteyince Ayla
suskunlaşmış, annesi biraz daha kalması
için ısrar etmişti. Fakat genç adam işe
gitmesi gerektiğini söyleyince en kısa zamanda tekrar
beklediklerini içtenlikle belirterek misafirlerini yolcu etmişlerdi.
Behçet arabasına biner binmez radyoyu hafifçe açmış, sevdiği
şarkılar eşliğinde, birazcik da olsa tadabildiği aile saadeti
ile iç içe geçen hayalleriyle birlikte yola koyulmuştu. İstanbul
trafiği bu saatlerde en azından düşüncelerinin arasında
dolaşmaya izin veriyordu. Işığı sokaklara yansıyan kimi evlerin
önünden geçerken oradaki olası güzel yaşamları da kendi
dünyasına dahil ediyordu. Taksi durağına geldiğinde bir süredir
icinde yolculuk ettiği mutlu dünyadan ayrılmak istemedi fakat
yine de arabanın kontağını kapatıp küçük kulübeye doğru
yöneldi. Kapıyı acar açmaz, bir baba gibi sevdiği durağın
emektar taksicisi ile karşılaştı:
-Hoşgeldin Behçet, hayırdır
bu saatte?
-Hoşbulduk Necati Abi, bu gece
biraz müşteri kovalayayım
dedim.
-İyi düşünmüşsün
ama senin yarına okulun yok mu?
-Öğleden sonra. Sabah eve
döner yatarım.
-Valla ne yalan söyleyeyim iyi
oldu geldiğin. Bizim Cevdet'in küçük kızı hastalanmış eve
gitmek zorunda kaldı. Şinasi desen eskisi gibi geceleri pek araba
kullanamıyor. Anlayacağın bu akşam tek başınaydım.
Neredeyse her zaman kaynayan
çaydanlıktan birer tavşan kanı çay koyup biraz daha sohbet
ettiler; gelecek haftalardaki sınav dönemi, yaklaşan yaz tatili,
memleket haberleri, kimi sağlık problemleri, emekli olmak ile
ilgili hayaller, torunların yaramazlıkları...Bir ara genç adam
akşam yemeğinden bahsedince emektar taksici genç adamın neden
yanağında güller açtığını tahmin eder gibi oldu. “hani şu
ela gözlü, uzun saçlı ay yüzlü kız ile annesine mi
davetliydin” dediğinde yine her zamanki gibi biraz yüzü kızardı.
Necati Abisi evlilik konusunu biraz açar
gibi oldu fakat bu konuları pek rahatça konuşamayan Behçet'in
yanakları hafifçe kızardı ve müşteri kovalamak bahanesiyle
müsade istedi.
Tekrar arabaya binip kendini
tenha caddelere bırakınca biraz kendisine kızar gibi oldu. Neden
iki de bir böyle utangaçlığı tutuyordu ki? Bazıları ne kadar
rahat istediğini çekinmeden söyleyebiliyordu.
Fakültedeki sınıf arkadaşlarını düşündü. Herhalde çoğu
kimse varlığından bile haberdar değildi. Yıllar sonra
hatırlanamayanlar
listesinde olacaktı kimbilir...
Bir süre şehrin yoğunluğu azalmış caddelerinde bir müşteri
bulabilmek umuduyla dolaştı. Bu geç saatlerde karanlıkta
uyananlarla birlikte şehir başkalaşıyor, aynı yerde hüküm
süren farklı iki dünya birbirini gece gündüz bıkıp usanmadan
kovalamaya devam ediyordu.
Bu gece tek tük ayakta olanlar sanki hiçbir yere gitmemek üzere
aralarında sözleşmişlerdi. Direksiyon sallamaktan yorgun düşen
genç adam boğazın çok sevdiği yerine gelince suya doğru
yönelmiş birkaç arabanın da bulunduğu alana park etti. Arabanın
camlarını sonuna kadar açtı ve derince bir nefes aldı. Hemen
altında bulunduğu elektrik direğinden hoş bir ışık süzülüyordu
içeriye. Gökyüzünde bir tepsi gibi parlayan ay içinde sevinç
meltemleri estirdi. Bir süre sonra içindeki duygu seli taşıp
eline geçirdiği bir kağıt parçasına güzel bir şiirin ilk
mısraları olarak dökülmeye başladı. Kelimeler öyle hızlıca
bir biri ardına geliyordu ki, sanki bir an önce tamamlanmak ve de
ithaf edilen kişinin karşısına hemencecik çıkmak istiyordu.
Yüreğindeki heyecan biraz durulunca kâğıdın boş kalan
kısımlarına Ayla ile kendi ismini alt alta yazdı, baş harflerini
bir yuvarlak içine alıp yanına “eski dilde su”diye bir kayıt
düştü. Şiirinin adı “ab-ı hayat” olacaktı. Behçet sevinç
demekti, Ayla ise...
Boğazın manzarasında kaybolanların hülyalarini
bölen küçük bir çocuğun sesiyle kendine geldi:
-Behçet Abi çay ister misin?
Böyle geç bir saatte dışarıda çalışmak zorunda kalan ufaklığa
yüreği biraz da burkularak baktı.
-Haydi ver bakalım.
Çocuk sevinçle bardağı genç adama uzattı, parayı dikkatlice
önlüğünün cepliğine
yerleştirdi ve güle oynaya diğer arabaların arasında kayboldu.
Behçet elinde bir bardak çay, tek tük geçen gece vapurların
seyrine daldı. Küçükken arkadaşlarıyla yetimhanenin
pencerelerinin ardından boğazdan gelip geçenleri izlerlerdi.
Yakınlarına uğrayanlara el sallarlar, kimi yolcular da karşılık
verince çok sevinirlerdi. Kim bilir kaç kez hayallerinde vapurlara
binip uzaklara çok uzaklara gitmişti. Her seferinde bir geminin
güvertesinde yüzlerini hayal meyal hatırladığı anne ve babası
ile karşılaşır, onlara sarılır ve onları düşünerek yazmış
olduğu şiirlerden okur, okur, okurdu...Kelimelerle ördüğü bu
dünyalarda gezinmek ona huzur verir, zaman zaman içine gömüldüğü
buhranları dağıtırdı. Hele hele lise
yıllarında şiire ayrı bir sevgi duymaya başlamıştı. Özellikle
hayal kırıklıkları bulaşmış tek taraflı aşk fırtınalarının
şiddetini gizliden gizliye kâğıtlara işlediği dizelerle bir
nebze de olsa hafifletmeye muvaffak olurdu. Küçük yaşlardan
itibaren şiire olan tutkusunda babasından kendisine miras kalan
kimi şairlere ait kitapları ile kendi şiir denemelerinin bulunduğu
defterlerin de katkısı olduğu muhakkaktı.
Annesini de kaybettiği o vehim kazanın ardından kendisine ulaşan
bu şiirler bir de mazide kalan saadet dolu kimi günlerin delili
birkaç fotoğraf yalnızlığına ortak olmuştu. Artık hayatta
olmasalar da bir şekilde onları kendi içinde taşıyor yaşantısına
dahil ediyordu. Kim bilir belki de üniversite çağına ulaştığında
edebiyat fakültesine kaydını yaptırmasında baba mesleğini devam
ettirme arzusu da etkili olmuştu.
Behçet, Ayla'nın “gece acıkınca
yersin” diyerek kendisine uzatmış olduğu poşetteki börekler
ile birlikte mis gibi çaydan yudumlamış,
zamanın farklı basamaklarında dolaşmıştı.
-Behçet Abi çayını tazeleyeyim mi?
Gece gibi siyah kıvırcık saçlarıyla, kendisine biraz büyük
gelen önlüğüyle ufaklık uykulu uykulu gülümsüyordu.
-Teşekkür ederim küçük hanım, şimdilik bir bardak yetti.
Ellerinize sağlık güzel olmuş.
-Abim demledi. Aslında babam daha güzel demler ama o da rahatsız
evde yatıyor.
Genç adam geçmiş olsun dileklerini dile getirirken, arabada
taşıdığı bozuk paralardan bahşiş niyetiyle çay tabağına
bırakıp küçüğe uzattı.
-Baksana ufaklık bize iki çay versene.
-Çaylar hemen geliyor diye seslendi az ileride karanlıkta yüzü
pek seçilemeyen adama, sonra Behçet Abi'sine dönüp.
-Ben ne zaman büyüyeceğim. İki de bir ufaklık deyip duruyorlar.
-Genç adam gülümseyerek cevap verdi.
-Aslında sen büyüdün de farkında değilsin. Haydi müşterileri
fazla bekletme, sonra da git biraz uzan.
-Tamam Behçet Abi. Haydi sana hayırlı işler.
-Sana da u...
Küçük kız elindeki çay tepsisini sallaya sallaya kayboldu gece
yolcularının arasında.
Genç adamın yorgun gözleri ay ışığında sessizce uzanmakta
olan boğazın manzarasına takıldı yeniden. “Ne güzel yine de
yalnız sayılmam” diye düşündü,
sayıları iyice azalmış gece vapurlarına bakarken. Necati Abi bir
baba gibi kendisini kolluyor, birşeye ihtiyacı olup olmadığını
mütemadiyen soruyordu. Karşı komşu Fatma Teyze de ona şefkatle
“evladım” dedikçe muhtemelen bir
anneye duyulan hissi tadıyordu yüreğinde. Murat ise kendisini
değerli hissettiren bir erkek kardeş gibiydi. Akşam yemeği için
tam evden çıkacakken karşılaştığında
nasıl da çekine çekine meramını dile getirmişti. Matematik
konusunda kendisine yardım edeceğini söyleyince ne de sevinmişti
afacan. Genç adama da onun mutluluğundan sinivermişti.
Hele yüreğindeki merhamet duygusunu her karşılaştığında
harekete geçiren siyah kıvırcık saçlı küçük kız.“Bir
kızkardeşim olsaydı herhalde onu da böyle severdim” diye
düşündü iç geçirerek.
Seviyordu
insanları. “Kimseler olmasaydı da bu koskoca dunyada tek başıma
yaşasaydım halim ne olurdu?” diye bir düşünce geçti
zihninden. Sonra güneş gibi içini ısıtan bu geniş aile
fotoğrafının en değerli üyesinin hayali belirdi gözlerinin
önünde. “Belki Ayla ile çok yakında...”
Ay
ışığının aydınlatmaya çalıştığı iki yüz belirdi birden
bire yanıbaşında. İçlerinden
birisi yüreği dolup taşan delikanlıya “boş
musun”
diye sordu? Geceyi yararcasına
kulağına ulaşan tok sesin sahibine bakarak “evet buyurun” diye
karşılık verdi Behçet. Kadın hemen arka koltuğa yerleşip
hızlıca kapıyı kapattı. Ön koltuktaki adam “şuradan sağa
doğru kıvrılalım,
ben gideceğimiz yeri tarif ederim” dedi “biraz acele edelim”
diye de ekledi. Behçet tatlı bir rüyanın ardından acı bir
gerçekle karşılaşmışçasına
hızlıca gaza bastı. İçinde yükselmiş olan öfkeyi gizlemeye
çalışarak kendini düşüncelerinin yoluna bıraktı. Hayat
şiirlerdeki gibi yaşanmıyordu çoğu zaman ve insanları taşımak
her daim kolay olmuyordu.
Sessizliği ara sıra nereye gitmesi
gerektiğini söyleyen adamın donuk sesi bölüyordu. Yanındaki
kadın ise düşünceler katmanının en altlarında
dolaşıyormuşçasına suskundu. Hafifçe radyoyu açmaya
niyetlendiyse de son anda müşterilerinin rahatının
kaçabileceğini düşünerek vazgeçti. Zaman zaman karşısına
çıkan dolunaya göz kırpıp yine
hülyalara daldı. Okulun kapanmasına az
kalmıştı. Yaz tatili boyunca çalışıp biraz para
biriktirebilirdi pekala da. Böylece son sene fazla işe
çıkmayıp derslerine daha çok vakit ayırabilirdi.
Bir an önce mezun olup öğretmenliğe başlamalıydı.
Kim bilir ilk görev yeri neresi olacaktı. Belki Ayla'yı
da yanında eşi olarak götürürdü.
Bir ev bulması gerekecekti. Zemin kat daha uygun olur diye düsündü.
Karısı o zaman merdiven inmek zorunda kalmadan kolayca dışarıya
çıkabilirdi. Bir de mis kokulu cicekler yetistirebilecekleri bir
bahce, ne güzel olurdu. Fatma Anne'yi yalnız bırakmazlar, onu da
yanlarına taşınmaya ikna ederlerdi. İsterse kocasının yadigarı
evlerini kiraya verirdi ya da...
-Kavşaktan sola
dönelim!
Bu sesle içinde yolculuk etmekte olduğu gerçeğe dönen Behçet,
hemen yanıbaşındaki müşterisinin aklından neler geçtiğini
merak etti. Karanlıkta çok da belli olmayan bu yüzün sahibi sanki
hiç hayal kuramaz gibi geldi genç adama.
Bildik sokaklar, binalar, caddeler geride kalmıştı çoktan. Behçet
hafifçe camı araladı, içeriye giren mis
gibi çam kokusunu sevinçle içine çekti. Dolunayın kendilerine
ulaşmasına izin veren ağaçların sıralandığı, derince bir
uykuya dalmışçasına kıvrılan bir
yolda bir süre daha ilerlediler. Çok fazla değil bir hafta sonra
Ayla ve annesi ile birlikte karanlıkta güzelliğini tam olarak
idrak edemediği yine böyle bir ormanda gezintiye çıkacaklardı.
Yanlarına da yiyecek içecek birşeyler alırlar, güneşli bir
günde çiçeklerin arasında hoş sohbet eşliğinde piknik de
yapabilirlerdi. Kim bilir belki o zamana kadar da yazmaya çalıştığı
şiirini de bitirirdi. Hayır, hayır ne yapıp edip bitirmeliydi.
Nasılsa derslerin yoğunluğu azalmıştı. Çalışmadığı
akşamlar evde güzel bir çay demleyip küçük masasına yerleşip
kelimelerin sihirli dünyasına bırakabilirdi kendini. Yeşilliklerin
arasında, yüreğindekini bir türlü anlatamadığına duygularına
tercüman mısraları okumak. Gözünün önüne gelen bu olası
sahne içinde tatlı bir telâşa dönüştü. Ne güzeldi yaşamak
ve ne güzeldi...
“Tamam burada inelim” cümlesinin ardından genç adam yavaşça
frene bastı ve az sonra neredeyse birbirleriyle hiç konuşmamış
olan üç kişi hayatın ıssızlığında
tekrar buluştular.
Behçet taksimetrenin ekranında ışıl ışıl yanan kırmızı
rakamları biraz çekinerek telafuz etti. O sırada arabadan inmiş
olan kadın etrafına baktı, kollarını yana doğru açarak derince
bir nefes aldı. Genç adam arabanın dikiz
aynasının yakınındaki düğmeye bastı, müşterisinin karanlıkta
kalan çehresi hafifçe aydınlandı. Adam
yaşam belirtisi olmayan bir yüz ifadesiyle sağ elini cebine sokup
çıkardı.
Gökyüzünün karanlığını parlaklığıyla yaran bir cisim
Gecenin sessizliğini tüm şiddetiyle bölen bir çığlık.
Dolunayın güzelliğini çirkinliğiyle örten adi
bir suç.
Adam hızlıca elini Behçet'in emektar ceketinin ceplerine attı.
“Tuh be adam bizden de meteliksiz çıktı”
diyerek hayal kırıklığı ile kadına yöneldi ve sadece “kaçalım”
dedi.
Behçet'in cüzdanında taşıdığı şiir, mısralarına kan
bulaşmış bir şekilde yere düştü ve nereye gittiği belli
olmayan bir yabancının ayak izine boyandı.
…
Ayla çığlık atarak uyandı. Hemen yan odada uyuyan annesi
soluğunu biricik kızının yanında aldı:
-Ne oldu evladım, neyin var yavrum?
Kalbi hızlıca atmakta olan genç kız sıkıca annesine sarıldı:
-Merak etme iyiyim anne. Sanırım bir kabus gördüm.
Dur ben sana bir bardak su getireyim.
Annesinin gitmesiyle gelmesi bir oldu. Ayla uzun süre çölde
kalmışçasına suyu bir solukta kana kana içti. Kızının iyi
olduğuna şüphesi kalmayan
yaşlı kadın iyi geceler dileyerek tekrar odasına geri
döndü.
Genç kız rüyasını hatırlamaya çalıştı.
Bir yerde kendi başına öylece dikelmekteydi. Bunu hatırlıyordu
fakat neredeydi? Hafifçe esen bir rüzgarın ulaştırdığı
çamların kokusunu anımsadı. Gece miydi gündüz müydü? Güneşin
varlığını hissedemiyor, üşüyordu. Kuşların da sesi
duyulmuyordu. Nerede olduğunu bilememenin korkusu her bir yanını
sarmış, garip bir sessizliğin ortasında tek başınaydı. Sonra
birden bire ezilen birkaç kuru dalın çıtırtısını duydu.
Heyecanla birkaç kez “kim o?” diye seslendi fakat herhangi bir
yanıt alamadı. İyiden iyiye tedirginleşti. Sanki birileri
kendisini izliyordu. Nereye doğru gideceğini bilemeden yavaş yavaş
yürümeye başladı. Kendisini takip eden yabancının nefesini her
an ensesinde duyuverecekmis gibi kaygılıydı. Adımlarını
hızlandırdığı bir anda eli bir ağacın sert gövdesine çarptı
ve az sonra burnuna gelen kan kokusuyla irkildi.
Canı yanmıştı. Hava iyiden iyiye soğumuş, tir tir titriyordu.
Sonra tekrar kuru dalların
çıtırtısı duyulmaya başladı. Fakat bu sefer sayıları daha
fazlaydı ve dört bir yanını kuşatmıştı. Tüm cesaretini
toplayıp “kimsiniz siz? ne istiyorsunuz benden?” diye ağlamaklı
seslendi ama soruları yine cevapsız kaldı. Kendisine iyice
yaklaşan seslerden artık kaçamayacağını anlayınca olduğu
yerde kala kaldı ve avazı çıktığı kadar “kurtar beni Behçet
Abi!” diye bağırmaya başladı. İşte tam bu esnada çığlık
çığlığa kan ter içinde uyanıvermişti.
Ayla kalbindeki ağırlık hafifler umuduyla dikkatlice oturma
odasına geçti, pencereye
yöneldi ve camı usulca açtı.
Sokak ışıklarının üzerine düştüğü başları eğik
çiçeklerin kokusunu duymuyordu artık. Ortalık ne kadar da
sessizdi, içi burkuldu. Eskiciyi, postacıyı, çocukları hayal
etti. Bir de her eve dönüşünde kendisine sıcak bir merhabasını
esirgemeyen Behçet'i. Tüm gece çalışacaktı, yorulacaktı,
uyuyup tekrar okula gidecekti, sonra belki yine çalışacaktı.
Yüreğinin derinliklerinden bir acıma hissi gelip boğazına
düğümlendi. Ortalık ne kadar da ıssızdı.
Birileri geçse bir selam verse, bir iki kelime dahi olsa
konuşabilseydi. Behçet'le ilk
karşılaştıklarında dinlemiş olduğu şarkı zihninde çalmaya
başladı. Bir süre şarkının sözlerini mırıldandı. Sonra
elleriyle hemen yakındaki çiçeklerin başını sevgiyle okşayıp
“iyi uykular” diye seslendi. Küçük dünyasından açılan
pencerenin eşiğine başını yasladı,
mahzun ve sessiz, hülyalara daldı.
2 yorum:
Ayla'nın iç seslendirmelerini daha fazla dinlemek isterdim. Ne yazık ki ilk cümlelerde hemen anladım engelli olduğunu. Oysa diğer öykülerde son hep süpriz olmuştu benim için. Sanki Ayla iç dünyasında daha fazla görmeliydi. Diğer kahramanlar daha fazla tarif edilseydi, oturduğu sokaktan biraz daha haberdar olsaydık sanki daha da güzel olacaktı. Ama Behçet duygularıyla, sevgisiyle, utangaçlığıyla, bir yetimhanenin yalnızlığında olgunlaşmış olan karakteriyle o kadar gerçek ki.. Acizane bir temenni: yazarı çok duyuyorum bu öykülerde, her karaktere eşit mesafede duruyor. Acaba kahramanlar daha çok mu yazmalılar öykülerini.. Birinci ağızdan mı dinlesek heyecanları, mutlulukları..
Tebrik ederim. İlhamınız daim olsun..
Yorumlarınızdan istifade ediyorum. Paylaştığınız için teşekkür ederim. İçten selamlar.
Yorum Gönder