Korna
sesi ve ardından yaşanan o tatlı telaş.
“Oğlum
koşturma, yavaş!”
“Tamam
anne”
Merdivenlerden
inerken hep böyle seslenir arkamdan. Düşüp bir yerimi
kıracağımdan korkuyor. Tuh yine unuttum. Dış kapıyı yavaş
örtecektim.
“Günaydın
Kara Murat”
“Günaydın
dayı.”
Bu kapıyı
açarken çok heyecanlanıyorum. Kapatırken de biraz korkuyorum.
Sanki bir yerine zarar verecekmişim gibi geliyor bana.
“Nasılsın
bakalım?”
“İyiyim.
Ya sen? “
“Ben de
iyiyim ufaklık. Sarı Fırtına'yla esip duruyoruz.”
“Sesi
düzelmiş”
“Hasan
Usta'nın marifeti. Dün akşam epey uğraştı ama”
Annem,
sabah sabah karda kışta üşenmiyorsun, diye söyleniyor dayıma.
Okula yürüyerek de gidip gelebilirmişim. Ne gerek varmış bunca
zahmete. Şımartıyormuş beni. O da, ne farkeder, diye karşılık
veriyor, yolumun üstü nasıl olsa...Bir tanecik yeğenimiz var, ara
sıra şımartacağız tabii... Annem itiraz edemiyor, dayım tatlı
tatlı gülümsüyor. Sonra bana göz kırpıyor.
“Babam
söz verdi, karnem iyi olursa bana yeni ceket alacak.”
“Yakışır
Kara Murat'a”
Siyah
olur ama deri olmaz, dedi babam. Buzdolabının taksiti bitmemiş
daha. Yarı yıl tatili çabuk olsa. O zamana kadar saçlarım da
uzar biraz. Dayımınkiler gibi kıvırcık olsalardı... Ceketimin
yakasını kaldırırıp sokaklarda dolaşacağım. Onun kösele
ayakkabılarından ben de istesem bizimkiler bana güler mi acaba?
“Öğretmenlerinin
anlattıklarını iyi dinle, arkadaşlarına uyup yaramazlık yapma
sakın.”
“Tamam
yapmam merak etme. Annem, dayın akşama yemeğe bize gelsin,
dediydi.”
“Aksama
görüşürüz o zaman.”
Sarı
Fırtına'nın sesi çok güzel. Motoru pek güçlüymüş, öyle
söyledi dayım. Arkadaşlarım da çok beğeniyor. Diğer
sınıftakiler beni zengin sanıyormuş. Geçen gün matematik
dersinde Ahmet fısıldadı kulağıma. Güldüm. Öğretmenim kızdı.
*
Köprülerin
üzerinden uçuyorum. Dayım söz verdi, yarı yıl tatilinde beni
gezdirecek. Birlikte karşıya gidecekmişiz. Güzelmiş oraları,
ben bilmiyorum. Köprüden geçecekmişiz. Oradan boğazın manzarası
harikaymış. Eve dönerken de diğer köprüyü kullanacakmışız.
Karanlıkta ışıl ışıl parlayan rengarenk ışıkları var.
Babam haberleri izlerken görmüştüm.
“Muraaat.
Haydi yemek yiyeceğiz.”
“Tamam
anne, geliyorum.”
Ne yazık
ki geri dönmemiz gerekiyor Sarı Fırtına. Oysa seninle daha
nerelere gidecektik.
Annem,
evde bir can yoldaşı iyi olur, diyor. Ortaokulu bitirdiğinde
doğmuş dayım. Anneannem sonraları çok hasta olmuş. Dedem
çalışıyormuş. Annem dayıma da bakmış. Birbirlerini çok
seviyorlar. Bazen kıskanıyorum onları. Ama belli etmemeye
çalışıyorum. Baba ocağının dumanı tütmeye devam edecek, diye
seviniyor annem. Kadınsız ev olmazmış.
“Çay
içseydin, öyle çıksaydın”, diyor
annem.
“Taksi
durağına uğradığımda arkadaşlarla içerim abla”, diyor
dayım.
“Çok
çalışıyorsun, Allah korusun hasta olacaksın...”
“Biliyorum
ama ne yapayım? Masrafların ardı arkası kesilmiyor”, diyor.
“Hayırlısıyla
şu düğün telaşını bir atlatsaydık...”
*
Kapı
açılmıyor. Okul çantamı yere bırakıp bütün gücümle
yükleniyorum, olmuyor. “Dayıcığım, ben geldim, açsana kapıyı”
diyorum hiç kıpırdamıyor. Tatlı tatlı uyuyor. Gece gündüz
sağa sola gitmekten yoruluyor biliyorum. Bazı müşteriler uzaklara
gitmek istermiş. O zaman iyi para kazanıyormuş. Adını unuttum.
İki koltuğun arasındaki siyah kutucuk ödenmesi gereken miktarı
gösteriyormuş. Nasıl da parlıyor ekranındaki rakamlar, al al.
Aniden erimeye başlıyorlar, birbirlerine karışıp her yöne doğru
akıyorlar. Camlar kırmızıya boyanıyor. Avazım çıktığı
kadar bağırıyorum, dayıcığım uyan n'olursun, diye. Ama beni
duymuyor.
“Korkma
yavrum.”
Anneme
sım sıkı sarılıyorum.
“Terlemişsin”diyor,
“üstünü değistirelim”
“Dayım
nerde?” diye soruyorum.
“Gece
işine çıktı, unuttun mu?”
Onun da
yüzünde bir tedirginlik. Atletimi giydiriyor, titriyorum.
Kaç
gündür okula yürüyerek gidiyorum. Arkadaşlarım Sarı Fırtına
nerede, diye soruyorlar. Uzaklara gitti, diyorum. Annem bana öyle
söyledi. Dayım uzaklardaymış. Beni bırakıp gitmez, dedim,
birlikte karşıya geçecektik, söz verdi bana, gezecektik...
Annemin gözleri doluyor. Odama kaçıyorum.
Evimize
çok misafir geldi. Babam komşularımızdan sandalyeler getirdi.
İnsanların bakışları canımı acıtıyor. Kimseden çıt
çıkmıyor. Birşeyler düşünüp duruyorlar. Bazen de
konuşuyorlar. Çocuğa malum olmuş, diyor teyzelerden birisi.
Annemin yüzü solgun. Rüyamı kimseye anlatma demiştim oysa.
Unuttu galiba. İnsanda akıl mı bırakıyorlar, der hep birşeyi
unutunca. Kimselere güvenilecek gibi değilmiş, haberleri izleyen
dışarıya çıkmaktan korkacakmış. Odadakiler hep birlikte,
haklısın kardeş, deyip tekrar susuyorlar. Pek de gençti, diyor
saçlarımı okşayan bir başkası. Dayısı çok düşkündü
Murat'a, diye fısıldıyor annem. Ben yine ağlıyorum.
Sarı
Fırtına evimizin önünde. Güneş gibi parlıyor, kışın
ortasında. Olanca gücümle koşmaya başlıyorum. Annem kızacak
yine; kaç kere tembih ettim, acele etme diye, terliyorsun sonra
hastalanıyorsun... Olsun, dayım ilaç alır bana. Hem Kara Murat
dediğin hızlı olurmuş. Öyle derdi hep.
“Oğlum
yavaş, düşeceksin”
Tanımadığım
birisi saçlarımı okşamaya çalışıyor. Babamın arkasına
saklanıyorum.
“Maşallah,
pek tatlıymış. Adın ne bakayım senin?”
Cevap
vermiyorum.
“Murat.
Utangaçtır biraz. Kusuruna bakmayın.”
“Çocuktur,
olacak o kadar.”
Bu amcayı
hiç sevmedim. Gözleri ve elleri sürekli Sarı Fırtına'nın
üstünde. Dayıcığım nerdesin? Haydi çık gel. Kurtar bizi bu
adamdan.
Babamla
el sıkıştılar.
“Hayırlı
uğurlu olsun. Allah kazasız belasız kullanmak nasip etsin
inşallah”
“Teşekkür
ederim”
Bana da
uzatıyor elini. İyice gizleniyorum.
Adam,
dayımın koltuğuna yerleşti, kapıyı da hızlıca kapattı.
Sürekli gülümseyip duruyor. Avuçlarımı sıkıyorum. Sarı
Fırtına'nın sesi pek cılız. İstemeye istemeye hareket ediyor,
uzaklaşıp kayboluyor. Olanca gücümle koşarak merdivenleri
çıkıyorum. Ne oldu yavrum, diye soruyor annem, cevap veremiyorum.
Mesut
Balık
(www.edebistan.com'da
yayınlanmıştır)