Durdu
ve cebinden anahtarlarını çıkardı. Ne vakittir buna
alışamamıştı. Oysa merdivenleri çıkarken kapı çoktan
aralanmış olurdu. Yüreğine hoş bir sıcaklık dolardı. Bir
bekleyeninin varlığını düşünmek. Dönerken yollar nasıl da
kısalırdı. Tozla kaplanmış ayakkabıların yerini, rengi soluk
terliklere hızlıca bırakışı. Kaç yıldır sahibinden
ayrılmayan pardösünün, askılıkları sallanan vestiyere emanet
edilişi. Korkuyla sevincin garip birlikteliği.
“Anneciğim,
ben geldim”
Sessizlik.
Kısacık bir anda gözünün önünde beliriveren acıya bulanmış
bir tablo. “Anneciğim iyi misin?”
Telaşla
yatak odasına doğru seğirtti.
Kapının
eşiğinde göz göze geldiler. Uykudan yenice uyanmış. Her şeye
rağmen hayat dolu bakışları.
“Uyandırdım
mı seni?”
“İçim
geçmiş biraz kızım. Hoşgeldin. Nasıl geçti günün?”
Birbirlerine
hasretle sarıldılar. Görüşmeyeli yıllar olmuş gibi. Filiz'in
bir an için bile annesini bırakmak istemeyişi. Her geçen gün
kollarının arasında artan boşluğun ağırlığı.
Genç
kız yatağın başucundaki ahşap sandalyeye oturdu. Rahatı
kaçmışçasına yine garip garip iniltiler çıkardı. Filiz iş
yerinde olup bitenlerden bahsetti. Yurtdışından büyük bir
sipariş almışlar. Vakitleri darmış. Fazla mesai yapmaları
gerekiyormuş. Patronları işçilerine havlu ve bornozlardan birer
çift hediye edecekmiş. Yumuşacıklarmış, annesinin teni gibi.
“Ben
kendime pembe olanlarından seçeceğim. Seninkiler nasıl olsun?”
“Benimkiler
de beyaz olsun” genç bir kızın coşkusunun ses tonuna sinişi.
Filiz
bir an durgunlaştı. Duvarlar gelip dört bir yanını kuşattı.
Hemşirelerin sus işaretli fotoğraflarına asılı kaldı
bakışları. Hücum eden beyazın başka başka çağrışımları.
Yine o garip sessizlik. Nefesi kesilir gibi oldu. Annesinin,
ciğerlerini yırtarcasına acı acı öksürüşü.
“Bardağını
doldurup geleyim hemen”
Gitmesiyle
gelmesi bir oldu, Odaya geri döndüğünde umut dolu bakışlarla
karşılandı. Kalbinde garip bir sızı.
“Sağol
canım”
“İlaçlarını
aldın değil mi?”
“Aldım
kızım aldım. Fakat çok uyku yapıyor. Neredeyse tüm gün
yatağımdan çıkamıyorum”
Kızının
olduğu vakitlerde gözünü bile kırpmak istemiyordu. Daha imkan
varken onunla doya doya sohbet etmek, ona sarılmak, onu koklamak...
“Olsun.
Doktor bey ne dedi? Bol bol dinlenmen gerek”
Bardağı,
cilası aşınmış komodinin üzerine bıraktı. Yastığı ve
yorganı düzeltti.
“Sağol
bir tanem. Yorgun argın işten geliyorsun, bir de benimle ilgilenmek
zorunda kalıyorsun”
“Lafı
mı olur anneciğim?”
Sokaktan
gelen bağrış çağrış sesleri. Kanadı açık pencereye yöneldi.
Okul dönüşü çocuklar, itiş kakış evlerinin yolunu tutmuşlar.
Bir süre onları izledi. Aralarına karıştı, ellerinden tuttu,
onlarla koştu, kimilerine sarıldı, narin birer çiçekmişçesine
doyasıya kokladı. Hayalinin yarımlığı yine onunla tamamlandı.
Elinde kalın kitaplarıyla dalgın dalgın evlerinin önünden geçip
gidişi. Her defasında pencerenin gerisinde; kavuşmanın,
ayrılmanın, umudun, korkunun, sevmenin, çaresizliğin
giriftliğinde kayboluşu.
“Nebahat
Hanım ugradıydı. O açmıştı. Kapat istersen. Hava serinledi
gibi”
Rüzgar
esti, siyah siyah dalgalar yatağına değdi. Daha düne kadar onun
da böyle upuzun saçları vardı.
“Sana
çok selamı var. Pek neşeliydi. Yavuz'a kız istemeye gitmişler.
Yakında nişanları olacakmış. Filiz gelmemezlik etmesin diyor”
“Bak
sen şu bizim Yavuz'a! Ne yere bakan yürek yakanmış”
Hayalkırıklığı.
Saklanması kolay olmayan.
“Fakülteden
tanışıyorlarmış. Diplomalarını alınca da düğün
yapacaklarmış”
Yıllar
ne çabuk geride kalmıştı. Daha dün gibi birlikte ilkokula
gidişleri. Bazen bir abi gibi kollardı. Babası rahmetli olmasaydı
belki liseye de birlikte giderlerdi. Ve belki de...
Ayrılık.
Bir hayalden bile olsa ne zor.
“Nebahat
Hanım bir şey daha çıtlattı”
Anlatmaya,
nereden başlayacağını bilememenin tedirginliği solgun yüzünde.
Filiz
annesini yüreklendiren bir edayla:
“Neler
kaynattınız aranızda bakalım?” diye sordu.
Annesi
bardağından birkaç yudum aldı, kelimeleri özenle seçmeye
başladı:
“Bilirsin
Nebahet Teyzen seni kızı gibi sever. Yavuz'un sözlüsünün bir
abisi varmış. Dünürcülüğe gittiklerinde tanışmışlar. Pek
efendi birine benziyor diye bahsetti. Ağzını yoklamış, bekarmış.
Hali vakti de yerindeymiş. Bir konfeksiyon dükkanı işletiyormuş.”
Sevilen.
Bir başkasıyla değiştirilemeyen.
“Ne
o Hayriye Hanım. Galiba beni başından atmak istiyorsun”
Şakayla
karışık söylenmiş bu söze annesi yine de ciddiyetle karşılık
verdi:
“Olur
mu kızım, o nasıl söz. Sabahları senden ayrılmak ne zor bir
bilsen. Akşamları kulağım kapıda oluyor.
Artık
pencereden yolunu gözleyememenin burukluğu.
“Arkadaşların
gibi sen de yuvanı kursan, mutlu olsan. Yarına çıkacağımı
Allah bilir. Gözlerim kapanmadan mürrüvetini görsem. Sonra bu
şehirde tek başına ne yaparsın?”
Filiz
bir daha bırakmamak istercesine annesine sarıldı. Yaşananlara
tanık eşyalar alacakaranlıkta silinmeye yüz tuttu. Hüzünler
sürüklendi gözyaşlarıyla.
“Seni
üzmek istememiştim. Özür dilerim kızım.”
Bir
süreliğine kaybolunan sükut. Ardından ağlamaklı bir ses, sevgi
dolu:
“Önemli
değil anneciğim. Hislendim birden. Ortalık da kararmış.”
Abacurun
cılız ışığı titredi donuk yüzünde. Ağır adımlarla
pencereye doğru yürüdü. Karanlıkta sert çizgileri kaybolmuş
evler esrarengiz bir dekora dönüşmüştü. Sokak lambalarının
arasından tam olamamış hayali bir kez daha belirdi. Sonra bir
gölge gibi usul usul önünden geçip gitti. Genç kız pencereden
bir süre öylece bakakaldı. Ardından yavaşça perdeleri kapattı.
Mesut
Balık
(www.edebistan.com'da
yayınlanmıştır)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder